""Bir gün sana bütün gücümle ve bütün ümitlerimle "Gel," diyeceğim. Bu üç harflik kelime sevgilerimi, özlemlerimi anlatacak sana. Benim için nasıl vazgeçilmez olduğunu söyleyecek. Sesimi belki bir gece uykunun arasında duyup ansızın uyanacaksın. O zaman ne kadar uzaklarda olursan ol, geleceksin biliyorum. Uyandığın zaman bu bir gecenin değil, boşa giden bir ömrün uykusundan uyanış olacak.
Unutma! Bir gün “gel” dediğim zaman, gelmelisin. Geleceksin."""
Ne yaparsak yapalım günün birinde kendimizle yüzleşerek uyanmak durumundayız. Bu bizin Allah'a karşı verdiğimiz yaşam yeminimiz. Uyanmamak sadece kaderimizi ertelemek için oynadığımız bir oyunumuzdur. Eninde sonunda bir gün mutlaka, öyle ya da böyle uyanacağız, ertelemeye gerek var mı?
Aynı anda hep birlikte haykırmalıyız ki düşmanlarımız korkudan titreyip yürekleri paramparça olsun. Bugün tek istediğimiz, nefislerimizin içinde bulunduğu zaafı yenerek yüce ALLAH’a tam bir kararlılıkla dayanmamız ve O’nun (c.c) “Siz üstün durumdayken gevşeyip barış istemeyiniz.. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.”
“Dışarı bakan hayal görür, içeri bakansa uyanır,” der Jung. Dışarının “gerçeklik” addettiğimiz yüzünde, kulağımıza çalınan hayaller işlerken yalnızca bizimle can bulan iç dünyamızdan başka gerçekliğimiz yoktur aslında. Peki, bu dünyaya nasıl uyanabiliriz? Portekizli yazar José Saramago’nun, insanın iç yüzüne dair gerçeklikleri en çıplak hâliyle
Ayaklarınızı özgür bıraksanız sizi nereye götürür? Bence doğaya, kuş seslerine, çiçek kokularına, bir derenin şırıltısına. Hergün duyduğumuz yapay seslere kulak tıkayabilirsek vekendi iç sesimizle yola çıkarsak doğanın çekim gücüne kapılırız. O bizi kendine yaklaştıracaktır.
Thoreau; çoğu insanın kendilerini mutlu kılacak yaban hayattan bihaber