" Barut keşfedilecek. Bunu hiçbir şey engelleyemez, o aynı eski hikaye tekrarlanacak. İnsanlar çoğalacak ve savaşacaklar. Barut, insanların milyonlarca kişiyi öldürmesine olanak sağlayacak. Sadece bu şekilde, ateşle ve kanla, uzak bir zamanda yeni bir medeniyet evrilecek. Bunun ne faydası olacak? Eski uygarlık gibi yenisi de geçip gidecek. Onu kurması 50.000 sene alsa da bir gün geçip gidecek. Her şey geçip gider. Sadece evrensel güç ve madde kalır; bunlar sürekli değişim, hareket ve etkileşim halindedirler ve ebedi figürleri meydana getirirler: rahibi, askeri ve kralı. Tüm çağların bilgeliği bebeklerin ağızlarından dökülüyor. Bazıları savaşacak, bazıları yönetecek, bazıları dua edecek. Geri kalan herkes çok çalışıp ızdırap çekecek. Uygar bir devletin akıl almaz güzelliği ve emsalsiz mucizesi bir kez daha, durmaksızın, onların kan revan içindeki gövdeleri üzerine inşa edilecek. Ben mağarada sakladığım kitapları yok etsem de fark etmez. Onlar kalsın ya da kalmasın, eski gerçekler keşfedilecek, köhne yalanlar canlanıp kuşaktan kuşağa aktarılacak. Ne faydası var?"
Bence Kızıl Veba'yı diğer distopik kitaplardan ayıran en büyük özelliği dilinin akıcılığı ve hayalimizde canlandırdıkları. Özellikle Korona'dan sonra biz zaten bunları yaşadık diyor insan. Körlük'deki hikayeye benziyor aslında; yağmalar, kapanmalar, kötülükler. Farklı olan kısmı ise yeniden şekillenen insanlık ve tarihin tekrarına yapılan gönderme. En büyük aynılık ise hala aynı, hala içimizde; aslında ne kadar kötü olduğumuz gerçeği.