türklerin tarih sahnesine çıkışı eski mısırlı, iranlı, yunan ve ibranilerin çıkışı gibi değildir. söz konusu uygarlıklar hakkında yazılı kaynaklar oldukça aydınlatıcı bilgiler verir, arkeologya da bu varlığı parlak örneklerle destekler. oysa çok eski zamanlarda ortaya çıkan (dilinin yapısı, örgütlü yaşam biçimi ve atçılığı gibi öğelerden anlaşılan) türk kavmi veya kavimler topluluğu üzerinde isim, menşe, hatta coğrafi mekanın tesbiti konusunda büyük zorluklar yaşanır. buna rağmen şurası gerçektir ki türkler olmadan bir dünya tarihi yazmak da mümkün değildir. çünkü çin, hind ve iran gibi yerleşik, yazıya sahip eski halkların tarihini yazarken; türklerin kökeni olan kavimler sık sık söz konusu uygarlıkların siyasi tarihine girmekte ve kendilerinden söz ettirmektedirler. öyle ki kuzeyli hun komşularının kim olduğunu ve tarihi maceralarını tespit etmeden, çinlilerin tarihini resmetmek ve tanımlamak mümkün değildir
Sayfa 13 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
Bir yanlış anlamalar sistemi olarak bilim tarihi..
Her uygarlık, evrenin yol açtığı sorulara bir cevabı simgeler, ama esrar el değmemiş bir halde kalır; başka uygarlıklar yeni ilginçliklerle orada bahtlarını denemeye gelirler; içlerinden her biri, bir yanlış anlamalar sistemi’nden başka bir şey olmadığı için, diğerleri kadar beyhudedir.
Sayfa 146 - Pdf | Metis Yayınları
Reklam
Bir toplumda insanlar birbirlerine ve devletlerine güveniyorlar mı, adalet sistemi gerçekten adalet dağıtıyor mu? 'Evet, güven ve adalet var,' diyorlarsa o toplumun Değerlendirme Sistemi biz bilinci değerlerini yaşatıyordur. Güven ve adaletin olmadığı toplum ve uygarlıklar korku ve gaddarlığı temel alan Değerlendirme Sistemi üstüne kuruludur. Güven ve adaletten onlar, güçlünün gücünü koruyacak yasaları anlar.
Bu topraklarda günes hep böyle dogdu. Gün bitiminde denizin, yesil mavi denizin içine sönmüs, ama kizilligini koruyan, yuvarlak bir ates gibi batti. Sicak Akdeniz aksamlarinda. Geçmis ve gelecek zamanlarin aksamlarinda. Baska insanlarin, baska uygarliklar vasadigi, yasayacagı çaglarda. Günes isitti, isitacak gökyüzünü. Sahildeki kumlari. Verimli ovayi. Geceleri yildizlar bürüyor gökyüzünü. Eski caglarda belki kumsalda da sevisti insanlar. Dalgalari ayaklarinin altinda duydu. Ben, ya da baskasi böyle yasadi Akdeniz'i.
Misyonerlerin Dünya Üzerindeki Faaliyetleri
Amerika'da Misyonerlerin Oynadıkları Rol ve Faaliyetleri "Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik tehditler" adlı kitabında Haydar Baş, Misyonerlerin Amerika ve dünya üzerindeki faaliyetlerini şöyle anlatıyordu: Kristof Kolomb sonradan Amerika adını alacak kıtaya ayak bastığı zaman burada çok yüksek bir uygarlık seviyesine erişmiş medeniyetler vardı. "Şimdiki Meksika'da, Orta Amerika ve Antiller'de, And Dağları'nın Kuzey ve Orta kesimlerinde yaşayan halklar Avrupalı işgalciler tarafından yok edilmeye başlandıkları sırada Altın Çağı'nı yaşayan uygarlıklara sahiptiler. Meksika'nın yüksek yaylalarında Toltek ve Aztek, Antiller'de Karaib, şimdi Kolombiya adı ile anılan topraklarda Chibeha, Peru ve Bolivya adalarında İnka uygarlıkları kurulmuştu. Bu uygarlıkların bir bölümü yoğun nüfuslu, halkı toprağa bağlı ve tarımsal kentlere sahip uygarlıklar, siyasal örgütlülük düzeyi bakımından devlet, hatta bir kısmı imparatorluk aşamasına kadar evrimleşmişti. Araştırmacıların tahmini hesaplarına göre K. Kolomb'un Hint adaları sandığı Antil adalarına ayak bastığı tarihte bütün Amerika kıtasının nüfusu 30-50 milyon arasındaydı.
"İnsandan başka bir şey aramıyoruz biz. Başka dünyalara ihtiyacımız yok. Ayna lazım bize. Başka dünyalarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Biri yetiyor bize, ama onda boğuluyoruz artık. Dünyamızın ülküsel imgesini bulmak istiyoruz; bizimkinden daha mükemmel küreler, uygarlıklar olmalı; ilkel geçmişimizin görüntüsünü tekrar bulmayı umuyoruz bunlarda. Öte yandan kabul etmediğimiz, kendimizi sakındığımız bir şey var. Sonuçta sadece erdemlerden damıttıklarımızı, İnsan'ın kahramanlık heykelini getirmedik ki Dünya'dan! Gerçekten nasılsak öyle geldik buraya ve madalyonun öbür yüzü bize bu gerçeği, gerçeğin görmezden geldiğimiz o kısmını gösterince onu kabul edemiyoruz!"
Sayfa 110 - 111Kitabı okuyor
Reklam
İki yarım kürede doğa çok farklıydı. On altı bin yılı aşkın süreyle, ilk başta birbirine çok benzeyen bu iki nüfus çevrelerine uyum sağladı, hayatta kalmak için farklı stratejiler, farklı gelenekler, farklı diller, farklı dinler, en sonunda da farklı uygarlıklar geliştirdi.
Dünyada hiçbir kültür yoktur ki kendisinden önceki ve çağdaşı olan kültür ya da uygarlıktan etkilenmesin. Bu nedenle uygarlık, yani bilim ve teknik yönünden olduğu gibi kültür, yani yazın, müzik, sanat alanlarında da uygarlıklar birbirlerini etkilemişler, yeniler eskilerin üzerine kurulara onların mirasçısı olmuşlardır.
"Uygarlıklar hep piramitsel bir yapıda kurulur. Kişi sosyal abidenin zirvesine doğru tırmandıkça boş vakitler ve mutluluğu yakalama fırsatları artar. Öte yandan bunların keyfini beraber çıkaracak insanların sayısı giderek azalır. Yoksulların ağır basması kaçınılmazdır. Şunu da unutmayın: Piramidin alt katmanları mutlak bir ölçekte ne kadar varlıklı olursa olsun zirveye kıyasla daima yoksuldurlar."
Sayfa 137 - QuemotKitabı okuyor
Modern Türk kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuş olan uygarlıklar arasında bugün yalnız batı etkeninden yararlanmaktayız. Buna karşılık Türk kültürünün özünü biçimlendirmiş olan orta asya ve eski Anadolu ile Selçuklu ve Osmanlı Kültür hazineleri‘ne sırtımızı çevirmiş bulunmaktayız. Oysa yeniden özgün bir kültür yaratmamız daha çok bu dört ana kaynaktan beslenmemize bağlıdır. Nitekim batılı yöntemlerle çalışan ve özellikle eski ya da yakın dönemlerin Anadolu ezgilerini işleyen bestecilerimiz uluslararası saygınlık ve beğeni kazanan eserler yaratmışlardır. Ressamlarımız arasında da özgünlüğüe ulaşanların daha çok Anadolu konularını işleyenler arasından çıktığını görüyoruz.
Reklam
Toplumlar, uygarlıklar ve hükümetlerde tıpkı bireyler gibi doğar, büyür, çiftleşir ve ölür
Eski şark dünyası 2000 yıldan çok bir süreç boyunca büyük uygarlıklar meydana getirdikten sonra MÖ 8.yy’da parlak devirlerinden sonuncusunu yaşıyordu. Kısa süren bu son altın çağın ardından yeryüzünün önderliği doğudan batıya intikal edecekti. Yeni kültür merkezleri batı Anadolu kıyılarında kurulacak ve orada bugünkü Avrupa medeniyetinin temelleri atılacaktı. Dünya tarihinin bu dönüm çağında şark alemini Mısır, fenike, Babil, Asur, Hitit ve Urartu medeniyetleri temsil ediyordu . Yunan gemileri doğu limanlarına kendi ürünlerini bırakıyor ve oradan da doğunun bilgili be deneyimli Füsun dolu dünyasının eserlerini aşarak memleketlerine dönüyorlardı.
M.Ö. 2. Binin ilk dörtlüğünde olduğu gibi demir çağında da (M.Ö.1200-750) Anadolu yarımadası çeşitli topluluklara ait büyüklü küçüklü beyliklerin yönetiminde idi. Güney Anadolu’da ve kısmen Suriye’de geç Hititler, doğu Anadolu’da hurrilerin devamı olarak Urartular, orta Anadolu’da frygler, lydialılar, güneybatı Anadolu’da lykialılar ve Ege’de İonlar üstün değerde uygarlıklar kurmuşlardır. Bu topluluklar Mısırlılar, Fenikeliler ve Babillilerle birlikte Hellen uygarlığı üzerinde büyük ölçüde etki yaparak, bugünkü dünya kültürünün oluşmasında önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Sahi kimdik biz? Orta Asya steplerinden gelip, bu toprakların uygarlıklar kur­muş halklarıyla kaynaşarak yeni bir imparatorluk kurmuş bir milletin kendini kaybetmiş çocukları... Kendini kaybetmiş... Şu kaybettiğimiz kendimiz neydi acaba? Irkımız mı? Dinimiz mi? Onurumuz mu? Aklımız mı? Hafızamız mı?
İlkel uygarlıkların çoğunda ölüleri cenin konumunda gömmek geleneği vardı. 'Yeni Bir hayata doğuyor şimdi, dünyaya gelirken bulunduğu konumuna gömmek zorundayız onu' diye düşünüyorlardı. Bu uygarlıklar için, ölüm uzun evren yolunda atılan yeni bir adımdan başka bir şey değildi.
Sayfa 111Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.