“Aşk sahneleri kısa süreli bir rüya gibidir, çekimler bitince rüya da biter, uyanırsınız. Çünkü filmlerde yaşanan yoğun aşklar, aşırı romantizm, gerçek hayata teğet geçer, yine film karelerine döner. Kamera önünde yaşanan bu aşk, tatmin duygusu mu, yoksa aşka özlem duygusu mu yaratıyordu? Bu yoğun duyguların sersemliğiyle eve dönünce bir boşluk, yalnızlık hissi... Ruhumu dinlendirmek ihtiyacıyla yağmurda ıslanarak bahçede dolaşmak, teypte bir şarkı...
(…) Zaman zaman karşılaştığım seyircilerim bana ‘Sizin filmlerinizdeki aşklar gibi aşk yaşamak isteriz’ dediklerinde; içimden ‘ben de yaşamak isterim’ derim. Filmlerde yaşanan bu tutkulu aşklara ben de imreniyorum, ben de böyle aşklar yaşamak isterdim, filmlerdeki gibi ölene kadar sürecek aşklar... Sevdiğim erkeğin filmlerdeki âşık erkek karakterler gibi sevdiği kadın için herşeyi, ölümü bile göze alacak, gözü başka bir kadını görmeyecek bir erkek olmasını isterdim. Gerçek yaşamda maalesef genellikle böyle olamıyor. Mutlaka istisnalar var ama çoğu erkekte aşk uzun sürmüyor, bir süre sonra başka heyecanlar yaşamak istiyorlar.
Ama kadınlar, tıpkı filmlerdeki âşık kadın karakterler gibi gerçek yaşamda da bir kere sevdi mi, bu aşka sadık kalıyor.”