Gözlerim, yorgunluğun ağırlığı altında ezilmiş bir geminin yorgun direği gibi hissediyorum. Yıldızlar, kaybolmuş umutlarımın parıltısını arıyor, yorgun ruhumun sessiz çığlıklarına eşlik ediyor. Belki de yorgunluk, yaşamın en derin kuytularında kaybolmanın ve yeniden doğmanın bir parçasıydı.
Düşüncelerim, yorgun bedenimin çırpınışlarıyla boğuşuyor. Her an, bir öncekinden daha ağır geliyor, adeta nefes almak bile bir çaba haline dönüşüyor. Yorgunluk, ruhumun derinliklerinde biriken acıların, hüznün ve umutsuzluğun bir yansıması gibi.
Her gün, aynı karanlık gökyüzünün altında yürüyorum. Yorgunluk, adeta bedenimi paramparça ediyor, ruhumu darmadağın ediyor. Belki de yorgunluk, yaşamın bize sunduğu bir meydan okuma; içsel bir savaşın en karanlık anlarından biriydi.
Gözlerimdeki yaşlar, yıldızların parıltısında kayboluyor. Belki de yorgunluk, yaşamın bize öğrettiği en derin dersin bir parçasıydı; karanlık gecelerde kaybolup, yeniden doğmanın bir yolunu bulmak.
Yorgun bedenimle adımlarımı atarken, içimdeki fırtınaların sesi yankılanıyor. Belki de yorgunluk, yaşamın bize sunduğu bir armağandı; kendi karanlığımızla yüzleşmek, içimizdeki ışığı bulmak için bir fırsattı.
Gecenin sessizliği, yorgun ruhumun çığlıklarına eşlik ediyor. Belki de yorgunluk, yaşamın bize sunduğu en büyük lütuftu; kendi karanlığımızda kaybolup, yeniden doğmanın bir yolunu bulmak için bir fırsattı. Ve belki de en önemlisi, yorgunlukla baş etmenin yolu, içsel bir keşfe çıkmaktan geçiyordu.