Başarı kazanmak biraz zaman alacaktı ve ilk zamanlar sadece okumalarını sûrdürebileceği kadar parayla yetinmesi gerekecekti. Vaktinden tam emin olamasa da fazla uzun olmayan bir süre sonra bilgili ve hazır hale gelince muhteşem eserler kaleme alacak, herkes onu konuşacaktı. Ama bundan çok, her şeyden ve hepsinden çok, Ruth’a layık olduğunu kanıtlayacaktı. Şöhret de güzel bir şeydi elbette, ama bu şahane rüyayı asıl Ruth için görüyordu. O bir şöhret düşkünü değil, Tanrı’nın çılgın âşıklarından biriydi sadece.
Sayfa 90 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
“neden güzel olan her şey vaktinden çok sonra geliyordu?..”
Sayfa 323Kitabı okudu
“İnsan, hayrı istediği kadar şerri de ister. insan çok acelecidir!” (el-isrâ, 11) insan hayrı istediği gibi, şerri de ister ve yaptıkları ile onu dâvet eder. Bunun sebebi, insanın pek aceleci olmasıdır. Sabır ve tahammül zor geldiği için sonra olacak şeyin vaktinden önce hemen olmasını taleb eder. Bu davranış ise zaman zaman istenmeyen bir netice ile sonuçlanır. Nitekim Mecelle’de: “Kim bir şeyi vaktinden evvel isti’câl eyler ise mahrûmiyetle cezâlandırılır.” Yâni bir şeyin vaktinden önce acele olarak gerçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmek sûretiyle cezaya dûçar kılınır, denilmiştir.
Sayfa 125Kitabı okudu
Neden güzel olan her şey vaktinden çok sonra geliyor?
Felicindo ondan azıcık borç isteyecekti, ama tam o sırada evlerin oradan bir horoz öttü. Köyün son horozuydu bu, kurban edi- lecek fedakâr horoz, ölüm ülkesinden geliyordu sesi; sırf pislik olsun diye keyifle, yanlış zamanda ötüyordu. Ve horoz üüürüsü geceyi kırar kırmaz, bu ışıltılı süvari, çalılıkların arasından ateşler saçarak dağın içinde yok
Sayfa 183
Reklam
Yalnız bir opera
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın, ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın Geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş
Metnin içindeki fikirleri teker teker sırayla öğrenmek hem mümkün değildir hem de pratik değildir. Metnin akışının takip edilmesi önemlidir. İsimlere, olaylara, metnin içindeki bilmediğimiz tüm kelimelere takılarak ilerlemeye çalışırsak çok az mesafe katederiz. Daha sonra metnin içinde kaybolduğumuzda ise uyuyarak veya ilgimizi başka bir yöne yoğunlaştırarak kaçarız. Parçaları anlamadan önce bütüne hâkim olmamız aktif ve etkin bir okuma için gereklidir. Bunun için okumaya devam etmek gerekir. Kaybolduğumuzu hissettiğimiz anda yüksek sesle okumaya başlayalım. Sesimiz bizi uyandıracak ve konunun içine dâhil edecektir.
Ömer bin Abdülaziz
Âlimlerden Ziyad, bir defasında yanına girdiğinde onu ağlamaktan yüzü gözü şişmiş, yanaklarında izler çıkmış hâliyle gördü. Fakir bir dilenci gibiydi. Elbisesi yamalı, üstü başı dağınıktı. Ona dedi ki: -Ya Emirelmü'minin! Nerede yaşadığın saraylar? Hani o elbiseler? Hani o caka? Ona şu cevabı verdi -Hey gidi ziyad! Bir de beni kabre konduktan üç gün sonra görsen! Kefenim yırtılmış, böcekler yanaklarında dolaşıyor, gozümü yemişler, ağzım burnum toprak olmuş... Asıl o zaman şaşırırsın, o zaman!
Sayfa 156Kitabı okudu
Devlete en iyi düzeni sağlayarak ömrünü olduğunca uzatmak mümkün.
Politik bütün, tıpkı insan bedeni gibi, daha doğar doğ­ maz ölmeye başlar ve göçüşünün nedenlerini kendinde taşır. En iyi kurulan bir devlet bile yok olup gidecektir elbet­ te, ama öbür devletlerden çok sonra. Meğerki beklenmedik bir olay vaktinden önce yok olmasına yol açmış olsun. *****
Sayfa 96 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
“Neden güzel olan her şey vaktinden çok sonra geliyor.”
Şamil, saldırmayı bildiği gibi geri çekilmeyi de biliyor ve kendine güvenini kaybetmiyordu. Geri çekilme emri vermesi, aşiretlerin gözündeki itibarına gölge düşürmüyordu. Savaşta böyle iniş­li çıkışlı durumlar olurdu. Rusların safına geçip sonra yeniden Şamil'e katılan aşiret mensuplarına, dönek gözüyle bakılmazdı. Böyle birçok durumda
Osmanlı
Tarihçiler, Endülüs'ün acı tarihini yazmayı bitirmeden önlerinde bir de Osmanlı faciası buldular. Kur'an'ın gölgesinde kurulmuş bir devletin enkazı bile kalmamıştı; adı değişmiş, varlığından ar duyulur olmuştu. Şüphesiz, böyle bir facia bir gecede veya bir günde olup bitmedi. Bir asırdan fazla öldü ölecek, gitti gidecek diye beklendi. Göz göre göre koca bir medeniyet, tarihin sularına gömüldü. Osmanlı'nın yıkılması, bir aile devletinin yıkılması, bir yönetimin el değiştirmesi olarak algılanamaz. Osmanlı, her ne kadar Osman Bey'in adına kurulmuş ve yaşamış bir devlet ise de temsil ettiği değer Osman Bey değil, Osman Bey'in akidesiydi. Onun çökmesi için asırlarca uğraşanlar da Osman Bey'le veya onun aşiretiyle uğraşmamışlardı; asıl hedef, Mushaf bulunan odada uyumaya hayâ eden anlayışın nesilden nesile taşınmasını engellemekti. Bu durum, Osmanlının aşiret adına kurulup din adına gelişip büyümesinden kaynaklanmaktaydı. Bilhassa Osman Bey'in torunu Yavuz Selim, Mısır'dan Halife unvanıyla döndükten sonra, Türk ırkının Osmanlı'sı yoktu, Müslümanların Osmanlı'sı vardı.
Sayfa 126Kitabı okudu
“ Âşıktın bana." Saçlarından odanın duvarlarına doğru kuzeyli şarkılar yayılıyordu. " Peki ya sen?" diye sorunca önce bir şey söyleyecekmiş gibi yaptı ama sustu. Sonra yine karar değiştirip konuşmaya başladı: " Ben de seni seviyordum ama senin kadar değil." Vaktinden çok önce gitmiş bir baharın arkasından özlem duyar gibi bir acı hissettim içimde. Onu hatırlayamamanın değil, beni benden daha az sevdiğini öğrenmenin acısı canımı yakıyordu. O esnada "Üzülme, sandığın kadar da az değil," diye teselli etti, canımın ne kadar yandığını anlamış gibi. Anlamıştı. Dudaklarını, çiçeğin yaprakları gibi üzerime serpti. Beyaz örtünün üzerine.
Sayfa 44 - Tarık Tufan (Hafıza Kaybı)Kitabı okudu
"Tokyo içinde bir kez de taşınma derdiyle uğraşmam gerekti. İki üç nakliye şirketinden teklif aldım. Adamların iş ciddiyetini unutamam. Ellerinde ölçü aletleriyle gelip ilk önce daracık sokağımızın genişliğini, kamyonun dönüş yapıp yapamayacağını ölçtüler. Sonuçta, orta boy bir kamyon yerine iki küçük kamyon gelmesi gerektiğini söylediler. Evin kapısını, asansörün ebatlarını, evdeki eşyaların hacimlerini ince ince hesapladıktan sonra tekliflerini verdiler; bizdeki "Yaparız abicim" amatörlüğünden çok uzaktılar. Taşınma günü ekiplerin sabah sekizde geleceği söylendi. Sabah sekize yirmi kala arabamı park yerinden çekmek için aşağı indim. Bir de baktım, elli metre ileride iki kamyon, içinde ekipler oturmuş bekliyor. Yanlarına gittim, "Ne bekliyorsunuz burada" diye sordum, saatin sekiz olmasını bekliyorlarmış. Vaktinden erken ya da geç gelmek ayıp olurmuş. Saat sekizde geldiler eşyaları toparlamaya. Önce apartmanın kapılarını, asansörünü, koridorlarını, duvarlarını yumuşak bir malzemeyle kaplayıp çarpmalardan zarar görmesini engellediler. Korkunç sıcak bir havada, en küçük bir çay bardağını dahi dört kat paketleyerek arı gibi çalıştılar. Soğuk bir içecek teklifimi bile geri çevirip, mola sürelerinde kendi paralarıyla içeceklerini aldılar."
552 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.