"Var olmak, bir yerde bulunmak anlamında mı soruyorsun?"
"Bulunmak mı Mina? İyi düşün. Sadece yer alarak mı?"
"Yok kendin olarak, tabii kendin olacaksın. Sen olarak var olacaksın. Yani kendin olarak orada olacaksın değil mi?" Gözleri yumuşuyor. Buradan doğru bir yerlerde gezindiğimi anlıyorum çok şükür.
"Bunu iyi anla ve iyi anlat Mina. İnsan var olmadan, gerçekten yaşamış olmaktan bahsedemez. Yaşama sanatını icra
edemez. Takılır kalır yaşamda. Kapılar hep suratına kapanır. Çünkü çakma kimliğindedir, ilerleyemez, yol alamaz. Her birimiz benzersiz bir tasarımla kendimiz olmak için buradayız. Yaşam bizden çakma bir versiyonumuzu değil, gerçeğimizi
ortaya koymamızı bekliyor."
Susuyorum ve bekliyorum. Devamı gelecek, biliyorum.
Bu bakışı, bu duruşu artık iyi tanıyorum. Birazdan döküleceklerin çok önemli olacağını da. Nitekim geliyor:
"Yaşamdan alabilmek için önce yaşama kendini sunacaksın. Sahneye çıkıp kendi gerçeğini oynayacaksın ki alkış alasın. Yoksa yok isen, 'Ben oynamıyorum, ben kendimi yaşama sunmuyorum, diyerek öyle kazık gibi yer işgal ediyorsun demektir. Bu durumda sen tekrar eden ayrılıkçı, hayırsız, korku kaynaklı düşünceler ve dolayısıyla bunları yansıtan oluşunla, sadece ortamı bulandırıyorsun demektir ki, o bulantı senin yaşamında da işte kendini gösterir. Bir bulantı girdabında döner durur hep daha dibe inersin."