Aşk neydi?
Bu gönül'e düşen neydi?
Nasipte olanı sevmek mi?
Göz görmez dil lâl olurmuş.
Can kuşun uçup gidene kadar
Kalbe düşmeyi görsün bu Aşk.
Kim için ne için yaşar idik bu dünyada?
O'na kavuşmak için gün sayar olduk
Arar durur olduk her yerde
Düştük yollara bir çare
Herkese sorar olduk nasıldır?
O'nun aşkıyla yanmak
"İnsan dediğin bir mânâyı temsil eder , bedenler ise gelip geçicidir. "
“Söz söylene aittir, anlamı ise anlayana.”
"Rab, sen onu bilmesen de her şeyi bilendir. "
"Biliyor musun, aslında her şey konuşur. Fakat biz onları izin verilen ölçüde duyabiliriz. Bu gördüklerin senin, benim gibi yaratılmış başka boyuttaki formlar. Bize hiç benzemedikleri aşikâr,ama onlara göre de biz garip olan biziz. Şunu unutma ki sana benzeyen şeyler varsa bu yaratıldığın anlamına gelir, çünkü Rab hiçbir şeye benzemez. "
"Geçici bedenlerimizle kısa süreliğine seyirci olduğumuz şeyler bu kadar güzelse, kim bilir kalıcı olanları nasıldır!"
#zul
ilahi aşktan dünyevi sorulara uzanan bir manevi yolculuğu anlatıyor. Kitap bireyin kendini tanıma ve Yaradan'ı keşfetme sürecini,tasavvufi derinlikle işliyor.
Ana teması insanın içindeki ilahi gücü ve yolculuğunu anlamaya çalışmak.
Kitapta okuru derin düşüncelere sevk eden aforizmalar ve güçlü ruhsal analizler dikkat çekiyor.
Özellikle ölüm,affetme ve yaşamın anlamı gibi konulara dair sunduğu bakış açısı son derece etkileyici.
Kitabın dili akıcı ve düşündürücü.
Yer yer felsefi derinliği sebebiyle sindirilmesi zaman alabilen bir eser.
" Canlarınızı kendiniz mi elde ettiniz de alınınca üzülüyorsunuz?
Ayrıca kim size yaşamın güzel, ölümün kötü olduğunu söyledi? " Bu tür alıntılar, kitabın hem anlam derinliği hem de tasavvufî vurgusu ortaya konuyor.
Kitap genel olarak tasavvuf temalı romanlardan hoşlananlar için yerinde bir seçenek…
Dolayısıyla Allah'ın diri, âlim ve kâdir olduğunu öğrenince sanki kendimizi bilmiş ve O'nu kendimiz üzerinden tanıtmış olduk. Çünkü işitmeyen bir kimsenin Allah Teâlâ'nın semi'/işitme vasfını anlaması tasavvur edilemez. Yine göremeyen bir kişinin Allah Teâlâ'nın basír/görme vasfını anlamasını da düşünemeyiz.
Bir kimse, "Allah [azze ve celle] varlıkları nasıl bilir?" dediğinde, kendisine, "Senin varlıkları bildiğin gibi O da bilir" deriz. Yine, "Cenâb-ı Hakk'ın kâdir/kudretli oluşu nasıldır?" dediğinde kendisine, "Senin kudretli olduğun gibi O da kudret sahibidir" deriz. O halde bir kimse Allah Teâlâ hakkında bir şeyi ancak kendisinde de o şeye uygun olan bir sıfat varsa anlayabilir. Kişi öncelikle kendisindeki vasfı bilecektir. Ardından da kendisindeki bu vasfa kıyas ederek diğerlerini öğrenecektir.
Yukarıda verilen misaldeki iki farklı şey arasındaki uygunluk gibi olsa dahi, Allah Teâlâ'nın bir vasfı olup da bizim bu vasfa uygun bir vasfımız bulunmuyorsa, O'nun bu vasfını kesinlikle anlayamayız. O halde kişi ancak kendisini bilir. Sonra da Allah'ın sıfatlarını kendi sıfatlarına kıyas eder (ve böylelikle O'nu bilir). Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları da bizlerin sıfatlarına benzemekten yüce ve münezzehtir.
Dolayısıyla bu şekilde elde edilecek olan bilgi yanlış bir vehim ve benzetme bulunduran eksik bir bilgidir. Bu sebeple kul ile Rab Teâlâ'nın vasıfları arasında bir benzerlik ve uyumluluğun olmayıp sadece isim benzerliğinin bulunduğunun bilinmesi şarttır.
Yirmibirinci Söz
[İki Makamdır]
Birinci Makam
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: "Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor."
O zâtın o sözünden