“Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harb ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38)
2.Cilt
En sevdiği malı Allah rızâsı için veren sahâbîler arasında, Hz. Ömer’in faziletli oğlu Abdullah’ın ayrı bir yeri vardır. İbni Ömer hazretleri çok zengindi. Kölelerinin, câriyelerinin hesabı yoktu. Bu câriyelerden Dümeyne adlı çok güzel bir kıza gönlünü kaptırmıştı. Bilindiği üzere câriye, alınıp satılan bir nevi mal durumundadır. Abdullah İbni Ömer “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini hatırlayınca, Dümeyne’yi hemen âzâd etti ve onu mülkünden çıkardı. Daha sonra da âzadlı kölesi büyük âlim Nâfi` ile evlendirdi. Hulefâ-yı râşidînin beşincisi diye meşhur olan Ömer İbni Abdülaziz hazretleri çuval çuval şeker alır, fakirlere dağıtırmış. Ona: - Böyle yapacağına para dağıtsan olmaz mı? diye sormuşlar. O da: - Ben şekeri çok severim. Onun için sevdiğim şeyi infâk etmek istedim, demiş.
Reklam
Severim ben o adamı, özgürdür ruhu ve kalbi. Bu yüzden göstericisidir başı sadece kalbinin yolunu, sürükler kalbi onu mahvolmaya.
Kulum bana nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (adeta)ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.”
Ebû Hüreyre(r.anh) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ​ "Allah şöyle buyurdu: Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibâdet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harb i'lân ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibâdetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum (ve bu organlarıyla meydana gelmesini arzu ettiği bütün dileklerini veririm). Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum. Ben yapmasını dilediğim hiç birşey hakkında, mümin kulumun canını almaktan ettiğim tereddüt gibi tereddüt etmem. O ölümü istemez, ben de onun kötülüğünü istemem."
Reklam
(Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler... (5/54)) (353) Ebü Sa'id el-Meyheni'ye,“Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler.” âyeti okunduğu vakit şöyle dedi: “Allah, hakkıyla onları sever. Çünkü O, yalnız kendi Zâtı'nı sever. Yani, O, Küll'dür. Varlıkta O'ndan başkası yoktur. Sadece Zâtı'nı, Zâtı'nın fiil ve tasniflerini sevenin sevgisi, Zâtı'nı ve Zâtı ile ilgisi olması bakımından Zâtı'na tâbi olanları sevmenin ötesine geçmez. Buna göre onları sevmekle yalnızca kendini sevmiş olur.Allah'ın kullarını sevmesi hakkında zikredilen lafızların tamamının tevil edilmesi gerekir. Bunun mânası, kalbinden perdeyi kaldırır, kalbi ile Allah'ı görür ve o kulunu kendisine yaklaştırır. Onun sevdiğini sevmesi, ezeli iradesine taalluk ettiği vakit ezeli, kulun kalbinden perdeyi kaldırmaya nisbetle de sebebinin hâdis olması ile hâdistir. Nitekim hadis-i kudside Allah, “Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşmayı devam eder, tâ ki ben onu severim.” buyurmuştur. Kulun, nafilelerle Allah'a yaklaşması kalbinin temizlenmesine, perdenin kalkmasına ve Rabbine yaklaşmasının husulüne sebep olur. Bütün bunlar, Allah'ın işi ve lütf u keremidir. İşte Allah'ın sevmesi bu demektir. (el ihya, IV/346)
Sayfa 180Kitabı okudu
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:" Allah cc. şöyle buyurdu: Kim benim bir veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz.Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. Sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona istediğini veririm.Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım."
Sayfa 43 - Buhari,rikak 38Kitabı okuyor
96. Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi: “Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.” Buhârî, Rikak 38
Reklam
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim. Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızla dolu ve yıldızlar, masmavi, titreşiyor uzakta." Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgârı. Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.
Ben, özgür ruhlu ve özgür yürekli olanı severim: Böylece kafası, içidir yüreğinin yalnızca; ama yüreği onu çöküşe doğru sürükler.
Sayfa 22
"Bir Müslüman başka bir köydeki (din) kardeşini ziyaret etmek için yola çıkar, Allah Teala, adamı gözetlemek (ve sınamak) için onun yolu üzerinde bir melek vazifelendirir, adam meleğin yanına vardığında, melek (adamın ruhaniyetine), -Nereye gidiyorsun? diye sorar. O(nun ruhaniyeti)da, -Şu köyde bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum der. Melek tekrar (niçin gidiyorsun?) diye sorar, - O kardeşinden elde etmeyi arzu ettiğin bir menfaatin mi var? Adam, - Hayır, ben onu sadece Allah rızası için severim, onun için ziyaretine gidiyorum, der. Bunun üzerine melek onun ruhaniyetine, - Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öyle seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teala'nın gönderdiği bir elçiyim, der. (Müslim, Birr, 38)
Sayfa 157Kitabı okudu
III. Ahmed'in, annesi Hatice Gülnûş Emetullah Sultan için yaptırdığı Üsküdar'da çarşı içindeki cami, deniz tarafından gelirken görülen kısmı bir tarafa bırakılırsa bulunduğu yerden şehre bir şey ilave etmez, onu sevmek için yakından, olduğu yerde, yapıldığı sarsıntılı devrin hususi güzelliği ile, dalında bir gül gibi parıldar görmek lazımdır. III. Ahmed devrinin en güzel eseri odur. Ne Sultanahmet Çeşmesi, ne Lâle Devri'ni, devamı olan I. Mahmud zamanına bağlayan Tophane ve Azapkapı çeşmeleri hatta o kadar zarif olan, o kadar bizim İstanbul'umuzu veren İbrahim Paşa imaretleri onunla yarışamazlar. Felaketlerinde bile o kadar zengin XVII. asrı o kapatır. -Çünkü Hekimoğlu Ali Paşa Camii birçok tecrübenin üstünden Sinan'a bir dönüştür.- Valide-i Cedid'in ısıtmaktan ziyade eşyayı süsleyen, dokunduğu her şeyi altın gurbet renkleriyle giydirip mahzun bir saltanat yapan bir akşam güneşi gibi zarif ve zengin bir hissîliği vardır. Bu hissilik bilhassa, -bazı kabuklu meyvalar gibi çok iyi döşenmiş, içinde ve dış avlusundan girer girmez insanı yakalayan dağılmış gül bahçesi havasında elle tutulacak kadar açıktır. Ben bu camiin akşam saatlerini severim. Bu saatlerde bu zarif bina bir sükût musikisi olur; çarşının uğultusundan onun havasına geçer geçmez başka bir dünya başlar.
Sayfa 144
Bir kudsî hadiste Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Kulum nafilelerle bana yaklaştıkça yaklaşır ve sonuçta ben onu severim. Onu sevince duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum”.
992 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.