Eğer elinde olanlara kanaat edersen; Hayatta daha rahat kimse olmaz senden . Kapılırsan bir gün fazla mal hırsına ; Yetmez sana bütün mülkü ile dünya. Ne fayda verir sana o himmet ve gayret; Aradığını sana temin etmiyorsa şayet .
Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan birisi yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini birer birer söküp atacak.
Reklam
Aşk, bir bakıma bu yürek daralmasının kaderidir, onu tekeline alır, özelleştirir; ne var ki, benim durumumda olduğu gibi, yürek daralması, içimize, aşk hayatımızda boy göstermeden önce yerleştiğinde, aşkın bekleyişi içinde, başıboş ve serbest dalgalanır, belirli bir duygunun tekelinde değildir, bir gün bir hissin, ertesi gün bir başkasının, kâh evlat sevgisinin, kâh dostluğun emrindedir.
Cem, kendi ilân ettiği saltanatını ancak yirmi gün sürdürebilmişti. Fakat uğradığı haksızlık hem Avrupa'da hemde Osmanlı topraklarında dillere destan olmuş ve bir "Cem Sultan kültü"nün doğmasına sebep olmuştur. Osmanlı tahtında sadece yirmi gün oturabilmesine rağmen, onun"sultan" olarak anılması, bu hissiyatı yansıtıyor.
Zaman içerisinde travmanızın asıl sebebiyle bağınız kopar, nedeninin köklerini unutursunuz. Ama bir gün bütün öfke ve acı, bir ejderhanın midesinden fışkıran alev misali tekrar ortaya çıkar ve elinize bir tüfek alırsınız. O öfkeyi artık ölmüş ve unutulmuş babanız üzerinden değil, kocanızdan, hayatınızda babanızın yerine geçmiş olan adamdan, sizi seven ve yatağınızı paylaşan adamdan çıkarırsınız. Onu başından beş kez vurursunuz, muhtemelen neden olduğunu bile bilmeden.
O beyazlar ve kırışıklıklar buradaydım demekmiş. Yaşadım, âşık oldum, acı çektim, ağladım, ama bakın artık gülüyorum, atlattım demekmiş.
Reklam
"Henüz 22 yaşında, bütün maneviyatı yalnız bir ümidin gerçekleşmesini beklemekte... Şöhret bulmak, yazar olmak, herkesçe tanınmak, bugün o kadar acılıklarına göğüs germek için hayatını zehirlediği bu edebiyat dünyasının bir gün yüksek zirvelerine çıkmak ve ismini o kadar yükseltmek ki... O hayalinde canlandırdığı yüksek aşamaya bir sınır bulamıyor..."
Hani bir kemanın telinde tutulamaz, anlaşılamaz, bir kural altına alınamaz nağmeler olur ki ruhu titretir...Hani gün doğmadan evvel ufuklara hafif bir renk uyumuyla dağılmış sisler okur ki üzerlerinde resmedilemez, belirsiz yansımalar uçar; bakışlara öpücükler serper... Hani bazı gözler olur ki sonsuz karanlıklarla dolu bir ufka açılmış kadar ölçülemez, nerede biteceği belli olmayan derinlikleri vardır, hissiyatı yutar... İşte bir lisan istiyoruz ki onda o nağmeler, o renkler, o derinlikler olsun.
Gerçek bir ana gibi kendi benzerlerini yeniden ve yeniden dünyaya getiren evrenin kurucusuna öykünüp gün doğu­mundan batımına dek kendin ve ailen için çalışmak, bir ev kurmak, ürün almak için toprağa emek vermek, Robinson gibi kendi dünyanı kurmaya çabalamak ne büyük saadet!
Bizim gibi adı çıkmış, yaşı ilerlemiş Bekâr insanların avantajı da bu: Başkaları yediklerini, acınası halde, kıtı kıtına, Karısı ve çocuklarıyla her gün paylaşmak zorundayken, Bizler istediğimiz zaman bir arkadaşla Yemenin tadını bol bol çıkarabiliyoruz.
Reklam
Gece daima sürmez; bir süre sonra gün ışımak zorundadır. Her işte bir hayır var derler. Bana hep anlamsız gelmiş olsa da bu söz beni hep rahatlatmıştır. Herkes bu lafı kullanıyor ve avunuyor.
Garip hikâyeler anlatıyor. Dediğine göre, geçen gün kaldırımda yattığını gördüğümüz adam saralı değilmiş: Hazreti İsa’ymış. Bizi denemek için, öyle boylu boyunca yatıyormuş. Yumruklarını yalandan sıkmış; gözlerini, bizi aldatmak için yummuş. Ben bütün bunlarla başa çıkamam Olric, diyorum. İnsan her gün yüzlerce olayla karşılaşıyor. Bu sözlerim Olric’i neşelendiriyor. Demek sayıları gittikçe artıyor, diyerek gülmeye başlıyor. Sonunda kimse başa çıkamayacak. Her zengine bir İsa düşecek diye söylenip duruyor. Ben daha onun kadar, akıl yolundan uzaklaşmadım. Peki Olric, diyorum: gemileri kim yürütecek, ekmeği kim pişirecek? Mazur görmek gerekiyor onu: Olric iyi yetişmedi, toplumsal kültür almadı. Bütün vaktini beni izlemekle geçirdi. Şimdi beni, eskisi gibi beğenmiyor. Sözlerinizi ve davranışlarınızı mantıki sonuçlarına götürüyorum, diyor. Bir yandan da pekâlâ, gerçeklere işine geldiği zaman sırtını çeviriyor. Kaldırımda yatan adam masalını onun uydurduğunu sanıyorum. Yoldan geçen insanları, eski tanıdıklarıma benzetiyor. Kendimi nereye atacağımı bilmiyorum.
Sayfa 5 - İletişim Sinan Yayınları TURGUT ÖZBEN'IN MEKTUBU
Hayatımda birçok sevinçli günlerim olmuştur. Fakat hepsinden güzel,hepsinden sevinçli olabi­leceğini umduğum bir tek gün daha olabilir.O gün seninle ve hiç ayrılmamacasına yaşayacağıma inanacağım gündür.Sen böyle bir günün gelebileceğini pek tahmin etmezsin. Doğrusu ben de edemiyorum.Ama hayattan da başka hiç­ bir beklediğim yok.Bugün için sana
Martin Luther
Almanya’da endüljans satımı Mainz eyaletinin genç başpiskoposu Albrekt’e bırakıldı. Albrekt Papa’dan, denetimi altına üç piskoposluk almış ve bu yüzden yıllarca süren borçlara girmişti. Ama Papa’ya para gerekiyordu! Başpiskopos sattığı endüljanslardan gelen paranın yarısını kendine alabiliyor, böylece de borçlarını ödeyebiliyordu. Bu yüzden
Yüce Sevgili der ki:
~•~ “Ey kulum! Senelerce insanların baktıkları yüzünü hep yıkadın temizledin; fakat bir saat olsun benim baktığım yeri, kalbini temizlemedin! Halbuki Allah her gün senin kalbine bakar ve der ki: “Benim nimetlerimle kuşatılmış iken başkaları için mi çalışıyorsun? Böyle yaptığında sen, gerçeği duymayan bir sağır olursun!” buyurur. ~•~
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.