Geçen Pazar hava sıcaklığı 26 dereceydi. Hafta içi ise eksi 5 dereceye kadar düştü; kar yağdı, ayaz çıktı. Canım öyle üşümek istedi ki! Normalde soğuğu hiç sevmem. Şöyle düşündüm: “Belki de bu benim son kışım, bir daha hiç üşüyemeyeceğim; güzelce bir üşüyeyim.” İyi oldu; yüzüm ve kulaklarım başta olmak üzere baldırlarım, omuzlarım, bütün vücudum üşüdü.
Her gün “Bu son günüm olabilir” diye yaşanmaz elbette. Ama arada bir, o günün son günümüz olabileceğini düşünmek iyi gelir. Yaş ilerledikçe son günümüze yaklaştığımız da kesin. Dolayısıyla, özellikle yaşlandıkça hırslanmak, talihin bize o güne kadar bahşetmediklerini âdeta bir alacak gibi görüp acımasızca koparmaya çalışmak sağlıklı bir tavır değil bence. Daha da trajik bir ölüme ne gerek var!
Seksen doksan yaşında yaşlılar görüyorum; hiç ölmeyecekmiş gibiler. Para biriktiriyorlar, mal mülk edinmeye çalışıyorlar… Ben altmıştan sonrasını bonus olarak görüyorum. Uzun yaşayacağım, sağlığım bozulacak, acılar çekeceğim diye korkuyorum. Şuradan şuraya kıpırdamam daha fazlası için! İyi kötü bu yaşa gelmişim; son birkaç yılımı da dingin yaşayayım, sonra da ölüp gideyim, diye düşünürüm.
Aslında altmış bile geç. İyi bir planlama yapıp otuzdan sonrasını özgürce yaşamak kim bilir ne hoş olurdu! Tûl-i emel besleyenler uzun bir ömür sürse ne olacak? Daha acı bir hayat, daha acı bir son!.. Kendi adıma, her geçen yıl alacağın arttığı, tahsilinse zorlaştığı bir ömrün uzamasını pek de istemezdim.