Ceren Sungur'un tarih anlatımını ve ilgilendiği konuları seviyorum. Sağlam kaynaklar göstererek konuşması, ara sıra -aslında 2 kuruş etmeyecek ama bazı kitlelerde hayranlık uyandıran- zirzoplara sallaması da cabası.
Çevirdiği bu kitabın tanıtımını ve mini bir özetini de yine bir videosunda gördüm ve ilgimi çektiği için okumaya başladım.
Bu sabah iplerden biri kopuverdi.
Aslında çok sık olmaz böyle,
Ama oldu işte.
Onca günlük çalışmayı
Boşa çıkaran;
Küçük bir felaket, bir tsunami bu.
Tıpkı gece söktüğünü
Gündüz yeniden ören
Penelope gibi,
Benim de yeniden başlamam gerek.
Bitince güzel olacak.
Bunu düşününce üzüntüm azaldı.
Amacıma ulaşmak için
Yılmadan devam etmem gerek.
Yeniden başlamam ve bitirmem gerek.
''…
Koyuldukları işe canla başla sarıldıkları için bu genç kızlar, başlarını kaldırıp bakacak halde değildirler. Halılara işlenmiş ışıklı tabloların önlerine serdiği ve ne yapsan
anlatılamaz o hayatla, ruhlarında ezdikleri hayatın aynı olduğunu; onlar, bütün bu resimleri çizerlerken fark etmezler bile. Buna inanmak istemezler. Bunca
RAB'be övgüler sun, ey gönlüm!
Ya RAB Tanrım, ne ulusun!
Görkem ve yücelik kuşanmışsın,
Bir kaftana bürünür gibi ışığa bürünmüşsün.
Gökleri bir çadır gibi geren,
Evini yukarıdaki sular üzerine kuran,
Bulutları kendine savaş arabası yapan,
Rüzgarın kanatları üzerinde gezen,
Rüzgarları kendine haberci,
Yıldırımları hizmetkâr eden
Erdal Fidan abinin sürprizi ile karşılaştım. İnanılmaz mutlu oldum. Ne gecenin ağırlığı ne işin yoğunluğu kalmadı üzerimde. Hemen pakete saldırdım, tıpkı eve gelen babanın elindeki paketlere saldırırken hoş geldin baba demeyi ihmal etmeyen çocuklar gibi. Yazdığı her iki kitabından da hem bana hem sevdiklerime vermem için bol bol göndermiş. Emekleri boşa çıkmasın inşallah. Her kitabın arasına ayrı ayrı ayraçlar bırakmış her biri birbirinden usta yazarlar. . . Bana gönderdiği hediyelerden dolayı demiyorum çok nazik anlayışlı sevecen bir adam Erdal abi. Özel yazışmalarımızda ben onu hep öyle tanıdım Erdal abi gibi tanıdığım her insanda insanlık umudumu tazeledim. Erdal abi ye ve benim insanlık umudumu taze tutan diğer kardeşlerime çok çok teşekkür ediyorum. Hediyeler için de ayrıca teşekkürler Abi. 🤗🤗🤗 Seni sevirem.
Bilir miyim? Bu minimini kızcağızın gözleri böylesine affolunamaz satırlar okuyacak...
Hani bizim ahlakımızı bu diziler bozmuştu? Bu ne lan? Meğer bizim ahlakımızı diziler düzeltmiş. Şoklardayım... ŞOKLARDA!
Şu Uşaklının 1901'de yazdığı şeye bakar mısınız?
İlk olarak İstanbul yüksek kaltaklarından Firdevs'le başlayalım. Bu Melih Bey
Yasin Bey’in sağ kolundan tutan bir asker, sol kolundan tutan diğer askerle birlikte rutubet dolu, dar, karanlık koridorda ilerliyorlardı. Yasin Bey etrafı detaylıca inceliyordu. Nasıl olsa ömrünün geri kalanını burada geçirecekti.
Dar uzun koridordan bir süre daha ilerledikten sonra sağ koluna girili olan asker Yasin Bey’in kolunu bırakıp
(16 Haziran 2004)
Ayça okulunun kapısından koşarak çıkarken etrafına göz gezdirdi. Tanıdık hiçbir yüz görmemenin verdiği üzüntüyle omuzları çökmüştü. Bugün annesi de babası da onu okuldan almaya gelmemişlerdi.
Bu çok sık yaşanan bir durum değildi. Sadece annesinin ve babasının işi olduğu zamanlar olan bir durumdu. Babası muhtemelen daha işten
bir bunalım hali,
kendiliğinden gelen bir sıkıntı.
sessizlikte gizlenen bir çok sorun,
gölgeliyor yine sevdayı.
bu uzaklaşan hiçliğin sesi mi yoksa,
dar ağacına yol almış;
umudumun son haykırışları mı?
bitecek mi peki her şey?
Hayat çok garip," dedi Nora. "Her şeyi bir arada yaşamamız. Dümdüz bir çizgide. Ama resmin tamamı bu değil. Çünkü hayat yalnızca yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da oluşur. Ve vaşadığımız her an... bir çeşit dönemeçtir."
Rivayete göre (onların söylediğine göre) : Hun hükümdarının çok güzel iki kızı vardı. Onlara kutsal oldukları gözle bakılıyordu. Hükümdar "Ben bu kızları normal herhangi bir insana veremem, onları Göğe (Tanrı) vereceğim," dedi. Bu sebepten merkezinin dışındaki insan ayağının basmadığı bir yere kule gibi bir bina yaptırıp "Göğün kendisi gelip alsın," diye dilekte bulunarak iki kızını oraya yerleştirdi.
Aradan üç yıl geçtiğinde kızların anası onları geri getirmek istedi. Hükümdar "olmaz, hala vakti gelmedi," dedi. Bundan bir yıl daha geçtikten sonra, yaşlı bir kurt gelip kule-evin altına in kazdı ve gece gündüz uludu. Bunu gören küçük kız: "Bizi babamız, Gök' e vermek için buraya yerleştirdi. Şimdi buraya bir kurt geldi. Belki onun gelişi bir iyiliğin işareti olmalıdır" diyerek evden çıkıp kurdun yanına gitmek istedi. Ablası "bu hayvan, ona varıp, ata -anamızı küçük düşürme," diye karşı çıktı. Onu dinlemeyen kız kardeşi kurda vardı. Onunla evlenip bir oğlan doğurdu. Bu oğuldan gelen torunlar çoğalarak kendilerine bir devlet kurdular. Bu sebepten onların insanları uluyan kurt gibi konuşurlar.
Malazgirt Savaşı'nı bizzat gören ve bize anlatan Romalı Soylu Attalciates, Roma ordusundaki paralı Uz ve Peçenek askerlerinin görünüş itibarıyla gece saldırıları düzenleyen Selçuklu askerlerine çok benzediğini söylüyordu. Bunları ayırt edemeyen Roma askerlerinin sıkıntı yaşadığını da ekliyordu. Ayrıca Selçuklu birlikleri, Roma ordusunda paralı askerlik yapan bu Hristiyan Türklere ulaşmış; “ya Romalılardan ayrılın ya da bizim tarafa geçin” mesajını onlara ilermişlerdi. Gerçekten de Uz ve Peçeneklerin bir kısmı savaştan önce Romalıları terk edecekti. Kalan az bir kısmından ise bizzat Artaleiates'in teklifiyle sadakat yemin alınacaktı.
Geberiyorum ağlıyorum kendimi parçalıyorum mümkün mertebe hissettiklerimi aktaracağım satırlara ve umarım beni tanıyan biri okumaz bu yazdıklarımı çünkü duygularımı tanıdığım kimsenin bilmesini istemem, neyse bana ne ya biliyorsa bilsin Allah’tan saklamadığımı ondan mı saklayacağım
Gerçek duygular 18 nisan 2024
Bir garip kimsesiz biriydin bu