"Benim burada ne ișim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dişarı çıkmanız sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onlar. Yaprakların arasından gelip geçen șekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu iși onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızginsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
"Benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Reklam
Aile, aile, aile...
Aile... aile... aile... Ne kadar modernleşirsek modernleşelim, fark etmiyor. Biz, bu coğrafyanın kadınları, hep aynı parçalanışı ve kafa karışıklığını yaşıyoruz. Hür olacağız, evet, fakat aileye sadakat bizim elimizi, kolumuzu hep sımsıkı bağlayacak. Bu yüzden müsavi olamıyoruz erkeklerle." “Hiç de değil. Ben doğduğumda, çok uzun zamandır erkeklerle eşit yasal haklara sahiptik. Cinselliğimizi de idrak etmiştik, çok şükür. En azından bizler, büyük şehirlerde ve batı bölgelerinde yaşayan kadınlar, eğitimli, özgür ve eşittik.” “Her şey mükemmelse, neye başkaldırıyordu o bahsini ettiğin Gezi'deki çocuklar?" Her şey mükemmel değil. Kazanılmış haklarımızı kaybetmekten, daha da ileri evrensel haklara ulaşmaktan vazgeçip geriye dönmekten, ilkel bir Ortadoğu ülkesine dönüş- mekten korkuyoruz." "Tekmil haklarımızı aldık, demedin miydi? "Haklarımız var ama giderek kâğıt üzerinde kalıyor. Adalet sistemi darmaduman, eğitim sistemimi altüst oldu. Sanat çok geri plana itildi. Tiyatrolarımız kapanıyor. İstanbul'daki opera çoktan kapandı bile. Kadına evinde oturup çocuk doğurması ve sadece çocuğuna bakması için müthiş bir teşvik var. Kadınların lehine öyle yasalar çıkıyor ki, artık..
Sayfa 235 - EverestKitabı okudu
Kademeli şekilde artan bir ızdırabın verdiği o incecik keyif yok. Ellerimi bıraktım. Çünkü başka insanlara eziyet etmek istemem. Alınıp götürülen birçoklanı gibi salağa yatıp uyuyakalmak peşindeyim. Önümü görmüyorum. Hızlıca dönüp duran bulamaç haline gelmiş bir zihin. Bir öyle bir böyle. Şu veya bu şekilde inceltilmiş zevklerimin cesetleri öyle tertemiz ki, ölmemişler zannedip üzerime giyiniyorum. Kokuya aldırmıyorum. Camları açıyorum. Yine de ağır geliyor. İyimserlik ağır geliyor. İstenmediğimi sezmiyorum. Kırıntısı bile yok. Evet burayı diğerlerinden daha hızlı yazdım. Ve şimdi düne göre biraz daha geç kalmış durumdayım. Bilinen gerçekler için çok geç. Sahiplenmek için değil belki, fakat özür dilemek iyice klişe oldu. Yapılan işler ağır, belki affedilmez; ama bu, gidiyorum diyemeyeceğin kadar çıkmaz bir yol. Sanki yol, bana geliyormuş da ben her geçen gün daha çok sararıp küçülüyormuşum birazdan çıt diye kırılacakmışım gibi. Evet, beni abartıyorum. Birkaç genelleme ile kendimi katledebilirim halbuki. Bir şeye benzemediğimi biliyorum. Bunu gerçekten biliyorum. Sıkıldığımdan anlıyorum bunu.
Bir yol
Sayfa 77 Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istiraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla, yahut hayatımizın tabii muhitiyle sikı bir alakası olsa gerek. Bir: muharririn dediği gibi, falan yerde en kesif siddetinde olan bir acı iki yüz kilometre daha ötede ve baska insanlar içinde biraz daha hafif ve daha kabili tahammül oluvor. Bununla beraber acıdan acıya fark var. Ve benimki acılarn en büyüğü, evlat acisıydı, üstelik de yağmur yağıyordu. Oh, size bu yağmurlu günlerin bende yaptığı aksülameli nasil anlatmali? Böyle günlerde ben değişir, büsbütün başka adam olurum. Başka bir adam, tam kelimesi değil... Bütün bir mazi, en kötü, en karanlık, en tamir edilmez taraflarıyla içimde canlanır, hortlaklarımla baş başa kalırım. Böyle zamanlarda hayat sanki bütün çeşmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve üzüntünün kaynaği kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim. Bu sefer de öyle oldu; her zaman ayak basar basmaz gündelik üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduğum Haydarpaşa Garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi geldi. Trene aynı ruh haleti icinde bindim. Izmit'e kadar hep ayni ıslak ve rutubetli hava icinde, tupkı bir olukta seyahat eder gibi geldik. Hiçbir șey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim, Sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına değdikce yağmurun çikardığı sesi dinledim. Bir tabutta uyananlar, yeraltinın mutlak sessizliğinde kendi nabızlarını ancak böyle dinlerler.
Sayfa 77
1922 yılında okuduğu kitaplar arasında Reşat Nuri (Güntekin)'in Çalıkuşu romanının da olduğu bilinmektedir. Siirt Milletvekili Mahmut Bey'in günlük notlarından onun Çalıkuşu'nu okuduğunu öğreniyoruz: "21 Ağustos 1922, Akşehir - Düşmanda bir hassasiyet var. Bizim tarafta fevkalâde bir hareket, bir şey olduğu hissetmiş gibi… İki gündür Paşa, Çalıkuşu'nu okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki… Büyük hareketlerin arifesinde böyle bir şey okumak da çok dinlendirici. 22 Ağustos 1922. Bugün de Akşehir'deyiz. Paşa, daireden çıkmadı. Akşama kadar Çalıkuşu'nu okudu. Çok memnun oldu, takdir etti." Mustafa Kemal Paşa ileriki yıllarda Çankaya'da kütüphanecisi Nuri Ulusu'ya; Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu ile Aka Gündüz'ün Dikmen Yıldızı romanlarını çok severek okuduğunu bizzat söylemişti. Reşat Nuri'nin Çalıkuşu romanı 1921 yılında Vakit gazetesinde uzun süreli olarak yayımlanmıştı. İyi bir aileye mensup genç bir kızın Anadolu'ya giderek öğretmenlik yapması, kurtuluş mücadelesi yapan Türk toplumu için bir umut ışığı olmuştu. Kitap ise 1922 yılında basılmıştı. Savaş anında bile eğitim konusunda yapılacaklardan kendisini soyutlayamayan Mustafa Kemal Paşa'nın Çalıkuşu romanını sevmesi ve takdir etmesi doğal bir sonuçtu.
Sayfa 392 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
Hindistan’la ilgili hayati bir bilgi
Hindistan'da, Punjab eyaletinde, eğer Punjab'tan geçiyorsanız asla birine "saat kaç?" diye sormayın. Çünkü eğer saat on ikiyse öyle bir dayak yersiniz ki, canlı kurtulmanız mucize olur. Bunun çok felsefi bir nedeni vardır; ama felsefe aptalların eline geçtiği zaman işte böyle şeyler oluyor. Sih dininin kurucusu Nanak, aydınlanma anlamına gelen samadhi'yi açıklarken bir örnek vermiş ve bunun saatin iki kolunun on ikide buluşması gibi olduğunu, ikinin bütünleşmesi gibi olduğunu söylemişti. Sadece bir örnek veriyordu. Samadhi anında varlığın ikiliğinin yok olduğunu ve tekliğe ulaşıldığını anlatmaya çalışıyordu. Aynı şey ölümde de oluyor. Daha sonra aynı şeyin ölümde de olduğunu açıkladı: Birbirinden ayrı olarak hareket eden iki kolun bir araya gelip durduğunu, tek olduğunu anlattı: Varoluşla bir bütün olmaktan söz ediyordu. O yüzden Punjab'ta saat on iki ölüm sembolü oldu. Eğer herhangi bir Sardarji'ye "saat kaç?" diye sorarsan ve saat on ikiyse, seni dövmeye başlar çünkü onunla alay ettiğin, ölmesi için beddua ettiğin anlamına gelir.
Sicilyalı Agatocle sadece talihten yoksun değil aynı zamanda çok basit ve aşağılık biri olduğu halde Siraküza Kralı oldu. Bir çömlekçinin oğlu olan bu adam ömrünün değişik dönemlerinde hep alçakça bir yaşam sürdü; ama bütün yasa dışı işlerinde öylesine yüksek bir akıl ve vücut gücü gösterdi ki askere yazılıp rütbe rütbe yükselerek sonunda
Çal Dağı savaşının en şiddetli dönemi dört gün sürmüştü. Bir an burada 82 subay 900 er şehit verildi. Dayanıldı. Öyle ki, taburlara teğmenler komuta ediyordu. Ertesi gün Yunanlılar dağı ele geçirdiler. Çarpışmalar arasında durum öylesine karışmıştı ki, bir an şöyle bir şey oldu: Iki er, bir kaynaktan su içerken birbirlerine gözleri ilişti ve ikisi de ayrı yönlerde kaçmaya başladılar. Çünkü biri Türk, öbürü Yunanlıydı.
Sayfa 337 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Herkes hayat yolunu kendisi çizer. Ben de öyle yapmalıydım. Geniş bir hayal gücümün olduğunu, her şeyi soyutlayarak düşündüğümü kabul ediyorum. "Hoşuma da gidiyor doğrusu hayal kurmak ve soyutlamak. Bundan dolayı iki dersim diğerlerinden daha iyi olmuştur hep. Matematik ve astronomi... Varlığın sayımı ve hesaplanması demek soyutlayarak düşünmek demektir. Matematiği bunun için çok sevdim. Hatta matematik tarihine geçecek önemli buluşlarım oldu. Bulmak ve keşfetmek gibi bir amacım yoktu benim. Hoşuma giden şeyleri yapmaya çalıştım sadece, hoşlanmadığım şeylerden de uzak durdum. Hayal kurmayı sevmemin de astronomi ile ilişkisi var. Geceleyin karanlıkta göğün derinliklerin bakıp hayaller kurdunuz mu hiç? Kurmadıysanız beni anlayamazsınız.
Reklam
Baban, Cemil Gezmiş
“Oğlum Deniz, 12 Ocak’tan beri Türkiye radyolarında ve basında banka soygunu ile ilgili haberleri büyük bir üzüntü içinde takip ediyorum. Kendi kendime bu suçun faili olup olamayacağını düşünüyorum ve bunun için çok önceleri yeniden yaşamış gibi canlandırıyorum hayalimde. Karlı bir şubat sabahı Ayaş’ta dünyaya gözlerini açtığın zaman ilk işin
Çok güzelmiş
"Fransa'da trenle bir mahalleden bir mahalleye giderken aynı kompartımanda bir Katolik rahiple oturuyoruz. Benim itikadımı sordu; 'Ateistim,' dediğimde de nedenini öğrenmek istedi. 'Genç kızken bizim mahallemizde çok hoş, modern bir aile vardı, genç bey, hanım ve çocukları, cıvıl cıvıl, hayat dolu. Çocuk öyle bir hastalığa duçar oldu ki, aile ve çocuk çok çekti, ben böyle bir Tanrı'yı tanımıyorum, o yüzden ateist oldum,' dedim. Rahip, 'O zaman, siz ateist değilsiniz, Tanrı'yla kavgalısınız, ateist olsanız o hastalığı Tanrı'ya atfetmezdiniz,' cevabını verdi."
Sayfa 398Kitabı okudu
Dışımızdaki bir tanrısallığa iman etmek, bedenimizin ötesinde bir varlık olduğu düşüncesi, dünyadaki en yaygın boş inanıştır ve insanlığın en büyük katillerinden biridir. Birçok dini gelenekte insanın dışındaki tanrı, bir ruhsal rehbere, bir ruha, insanın içindeki görünmez bir varlığa olan inancın yerini tutar. Dreamer'a göre bu inanç şekli de bir katildir. Öyle ya da böyle, bedenlerimizi reddetmeye, yaşam kalitemizi düşürmeye ve bedenlerimizi öldürmek için sürekli ve farklı girişimlerde bulunmaya yönlendirildik. İşte, insanın ölümün pençesine düşmesi ve sıradanlığa kapılması böyle oldu.
Sayfa 122 - Sinedie
benim burada ne işim var? diye düşündüğünüz oldu mu hiç? bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dömeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. çalı çitlerin arasından gelip geçen şekiller halinde. öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. oldu mu hiç? yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Hıristiyanlık'ta Şehitlik
edilemeyeceği anlamına geliyordu. İsa’nın akımındaki bir başka büyük değişim doğrudan İsa’nın infazından doğmuştu. İsa’nın müritleri kültlerinin kurucusunun örneğini izlemek istediklerinden Hıristiyanlık bir ölüm kültü haline geldi. Böylece Hıristiyan şehidi çağına girdik. Bu, yeni bir sapmaydı. Yahudilerin, Daniel Kitabı’nın yazıldığı dönemde
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.