Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Elime bir kalem tutuşturmuşlar, kalemin derdini arayan bir gönül vermişler. Ne zaman gönle konuş desem, ne dili ne aklı cümle cihan ve içindeki her toprak tanesi lâl oluyor. Gönlün kapıları birer birer açılmak için koşuyorlar. Türlü namelerle bezenmesine rağmen çıt çıkmayan sessizliği, dünya denen yalan bölmeden. Sonra gönül derdi aramayı sevince el de kaleme bağlandı kaldı. Hani irade neredeydi de ben ömrün neresinden tuttumsa yanlış oldu dedim. Belli ki gönle tabii olmak da onun işi imiş. Velhasıl yanlış olmadı. İnsanlık namına son kalan kırıntıların yok olduğunu gördükçe gönlün kapıları yüzüme çarpılıp da imkansız olmasınlar bana tozlu duvarlar arasında istedim. Neyleyim ki elime kalem tutuşturup kalemin derdine deva diye dert alan bir gönül vermişler bana. Söyle güle nağmeler dizen bülbül neyleyim... ~Kalemimden~🌹
Ve sonra, Bir daha hiç benzemedi. Gelen günler, giden günlere…
Reklam
Bir yerden sonra iyisiyle kötüsüyle kendini kabullenmek ve tanımak büyük bi kazanç
Gece inmiş şehre.. Sadece şiir merhem olur gönlümün karasına şimdi.. Birbirine kırgın duvarlar, insanlar ve gölgeler. Şimdi ne yazsam da geçse, kalbimin küsü? Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede Karanlığı emip emip de gebe kalan Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan Herkesin Veba girmis bir sehrin hem halkı Hem seyircisi olduğu bir günde Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. Her damlası bir zafer müjdecisi Bir posta eri gibi Yağmur yüzümüze değince Çıkacağız yola. Çıkacağız yola Hesap günü gelince Yağmur yüzümüze değince Güneş bir mızrak boyu yükselince. Erdem Bayazıt
Bir hedefi olmalı değil mi insanın, bir ideali bir amacı..? Peki o hedef, ideal ve amaç belli değilse ne yapmalı insan? İnsanın hayali, amacı tek gayesini bulmak olabilir mi? Rüzgarın savurmasına izin verip savurduğu yerlerde aramak kendini, hayalini, idealini. Bulmaya çalışmak umutsuzluğa kapılmadan. Neyi aradığını bilmeden. Bir arayış içerisinde olmak ama o arayışın sonucunun ne olacağını bilemeden... Yürümek nereye yürüdüğünü bilmeden, yaşamak neden yaşadığını bilmeden, gözlemek neyi gözlediğini bilmeden ve aramak; arayışı aramak ile bulmaya çalışmak. Neden ve niçin aradığını bilmeden. Bazen yıkabilir bu durum insanı ama amaçsızca yaşayıp gitmektense amacını ararken gitmek daha iyi değil mi? Bulmak önemli değil aslolan aramak, belki ararken kayda değer bir şeyler üretebiliriz. Ne de olsa "Yerin altındakiler üstündekilerden daha fazla" değil mi, peki onların kaçı hatırlanıyor veya kaçı amacını bulup göçmüş buradan. Yerin altına girdikten sonra amacına ulaşamamış, hatırlanmayan büyük gruba girmek istemiyorsak arayışa başlamalıyız sanki, hatırlanmayabiliriz ama hatırlananların hepsi bu yollardan geçmiş kişiler değil mi? Arayış yoluna girmek, yokluk yoluna girmekten daha iyi değil mi? Hem ne diyor Halil CİBRAN:"... yürümekle varılmaz lakin varanlar yürüyenlerdir." Hepimiz ulaşmamız gereken yere varabilmek için yola çıkmamız temennisiyle, huzurlu arayışlar...
Ama mutlak gerçeği söylemeliyim. Onları Uganda'dan kovmamın nedeni Uganda'nın ekonomisiydi. Uganda iflas edecekti. İsraillileri kovmamın nedeni buydu. *Golda Meir ile arkadaş olduğunuzu söylemiştiniz. Evet! Çünkü İsrail'e gittiğimde beni çok iyi eğlendirirdi. Sonra tamamen İsrail ittifakından Arap ittifakına geçtiniz. İsrail ittifakından geçtim çünkü İsrailliler suçlular ve kandırılmış insanlar değiller. Dünyaya gerçeği söylemiyorlar. Filistin'e mülteci olarak götürüldüler ve daha sonra Amerikalılar ve İngilizler tarafından kendilerine verilen silah zoruyla Filistin'i İsrail devleti haline getirdiler. -İdi Amin-
Reklam
Geçen sene komşumuz ekmek pisirecekti, ben de yardımcı olmak için tandırı yakmaya çalışırken nasıl oldu anlamadım sağ gözümün kirpiklerini yaktım 😒 Baktım olacak gibi değil eve gideyim dedim yolda kaz sürüsü ile karşılaştım hepsi çok sinirliydi gerçekten bu yüzden korkup kaçmaya başladım, yere düşüp iki dizimi yaraladım🙄 hiç aldırmadan evin yolunu tuttum, yine nasıl yaptım bilmiyorum evimin anahtarı ile tanımadığım üst komşunun kapısını ısrarla açmaya çalışıyorum, haliyle yaşlı amca da hırsız zannetti aniden kapı açıldı ve yaşlı amcanın elinde kocaman bir sopa 😱 O bana baktı ben de ona baktım. Sonra da elimdeki anahtara baktım, beynimden aşağı kaynar sular döküldü sanki, defalarca özür dileyip uzaklaştım hızlıca 🫢 Nerden geldi aklıma gece gece o berbat gün 🫡
İmam Gazâlî Hazretleri şöyle buyurdu: Dünyada uzun yaşama hırsından uzak durmalısın. Aksi hâlde şu dört şey ortaya çıkar: Birincisi, nasıl olsa önümde daha çok zaman var, sonra yaparım deyip ibâdetleri terk eder ve kulluk vazîfelerinde tembellik gösterirsin. İkincisi önümde vakit var, yaşım da genç sonra tevbe ederim. Hem ne zaman istesem tevbe edebilirim deyip tevbeyi terk eder, sonraya bırakırsın. Hâlbuki ecel bir gün ansızın gelir, tevbeye ve sâlih amel işlemeye fırsat kalmaz. Üçüncüsü yaşım ilerleyince fakir, parasız kalmaktan korkuyorum. Belki çalışmaya da gücüm yetmeyecek. Hastalığımda, yaşlılığımda, fakirliğimde bana para lâzım olacak, dersin. Bu kış ne yiyeceğim, ne giyeceğim hiçbir şeyim yok gibi sözlerle dünyaya rağbete, para ve mal biriktirmeye karşı hırsın artar; rızık endişesine düşersin. Dördüncüsü uzun yaşama hırsından dolayı ölümü ve kabir hayatını hiç hatırlamaz, âhireti unutursun ki bu da kalbinin katılaşmasına sebeb olur. (el-İsti’dât lil-mevti, İmam Gazâlî)
Kehf Suresinde, fakirlerin gemileri zarar gördüğünde, hissedebildiğimiz tek şey adaletsizlikti. Ancak gerçekte bu zarar, yalnızca o teknelerin tamamen kaçırılmaması için yapıldı. Bu gerçeği öğrendikten sonra, zarar artık zararlı görünmüyor, bunun yerine açık bir nimet, büyük bir sorundan güzel bir çözüm ve çıkış yolu, kölelerini büyük bir kayıp ve yoksunluktan bu kadar proaktif bir şekilde korumak için Allah'ın bir lütfu. Zorluklarla, reddedilmelerle, terk edilmelerle, kalp kırıklıklarıyla karşılaştığımızda ve sık sık Allah'ın bunu bize neden yaptığını sorguladığımızda kendimizi son derece bunalımda hissediyoruz? Acı çektiğimizde rahatsız oluyoruz, işimizin ve geçim kaynağımızın kaybını sorguluyoruz, bir ilişkinin sonunda kalbimiz kırılıyor, kötü sağlıktan hüsrana uğruyoruz, bunların hepsinin aslında kılık değiştirmiş nimetler olduğunun farkında değiliz, bunların hepsi bizi daha büyük zararlardan koruyan merhametinin tezahürleridir. Evet o işi kaybettiniz, çünkü belki Allah'ın sizin için çok daha iyi ve ödüllendirici bir işi var, o ilişkiyi kaybettiniz çünkü Allah ömür boyu depresyonla yüzleşmenizi istemedi, sağlığınızı kaybettiniz ama belki sizi daha fazla günah işlemekten korudu. Tüm yoksunlukların zararlı olmadığını fark edersek hayat kolaylaşır, bazıları sizi daha büyük ve kalıcı bir şeyle kutsamak için Allah tarafından sizin için gerçekten yaratılmıştır.
Sana önce kelebekler verecekler, sonra zihinsel travma...
Reklam
Bugün "dogum günümde" esimin en cok sevdigi halley ve eti burcak aldim. Sonra kendi basima bir halley acip üstüne bir mum saplayip kutladim..
Amerika'daki saygın Kürt gazetecilerden Mutlu Civiroğlu'nun arşiv araştırması ve benimle paylaştığı bilgiler dahilinde birkaç gün önce öğrendiğim ve bugün ziyaret ettiğim İsviçre'de Kürtler açısından tarihi öneme sahip bir mekan... İlk baskısı 22 Nisan 1898'de Mısır, Kahire'de Son baskısı 14 Nisan 1902'de İsviçre Cenevre'de yayınlanan Kürdistan isimli ilk Kürtçe gazete'nin son baskının yapıldığı Cenevre ofisi tam olarak videosunu izlediğiniz bu mekandaydı. Miqdat Bedirxan (Mikdad Midhat Bedir Han) İlk Kürtçe gazete olan Kürdistan'ı yayınlayan bir Kürt milliyetçisi ve gazeteciydi. Aynı zamanda Botan Emirliği'nin son Kürt Mîri olan Bedir Han Bey'in de oğluydu. Miqdat Bedirxan, Üsküdar Askeri Lisesi'nde , ardından Galatasaray'daki İmparatorluk Lisesi'nde (Mekteb-i Sultanî) eğitim gördü ve mezun olduktan sonra Osmanlı bürokrasisinde de görev aldı. Dönemin yetkin İngiliz gazetelerinden The British Journal, İstanbul ziyaretinde Bedirxan'dan bahsederken "Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitimli, aydın ve soylu Kürtler de bulunmakta" şeklinde övgüyle anlatıyor. Gazetede ayrıca edebi eserler yanı sıra şairlere de yer verildiği gazete hakkında tarihi kaynaklar arasında. Dönemin şartlarına uygun olarak bazı baskıları iki dilli (Kürtçe ve Türkçe çevirili) yayınlanmış. Gazetenin son baskısının 14 Nisan 1902'de yayınladığı bu ofis, şimdi gazete ve sigara satan bir kiosk olarak işletildiği görülüyor...
Umut derin uykuda…
Beyaz bir örtü. Örtünün köşesinde dumanlı bir leke. Sonra seslendi oradan bir el. Dışarda kalırsan donarsın, İçerde olursan üşürsün diye. Bir el ve kelimeler, birbiri ardına sıralanmış,
Bir süre sonra artık sadece kendin için yaşamayı bırakıp hayatını sevdiklerine adarsın ve bu adayış seni artık gerçek bir olgunluğa ulaştıran son nokta olacaktır.
M. Hanefi Başegmez
M. Hanefi Başegmez
Aramızdaki en kısa mesafe – birbirimizin yüzünde - buğulu gözlerle gidemediklerimizi arıyoruz: melodisi tanıdık o şarkının adını. Geçmişten bir iz, geçmişten ortak bir eksiklik diliyoruz, tanıdık bir azap. Kendimizi görür gibi olup tekrar kaybediyoruz yüzlerimizde ve bu bilinmezlik bizi tahrik ediyor. Bilinmezlik bizi yüceltiyor. Anason kokuyor. Gündüzsefası kokuyor. Sonra tuzlu su kokuyor ve hemen ayaklarımıza bakıyoruz istemeden, ıslak kum arıyoruz. Ellerimizde plastik kova ve küreklerle ayaklarımızın kuruluğuna üzülüyoruz bir süre, sonra ayaklarımız bizi ele veriyor, korkularımızı, utançlarımızı ele veriyor, tekrar kaldırıyoruz kafamızı. Doğan Güneş Bizi Yakar Alper Cidan Sis dergi Ocak 24
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.