Zweig'ın hikayelerindeki duygularda tuhaf, tüyler ürperten şekilde kendi duygularımdan parçalar buluyorum. Ve yine Zweig'ın hikayelerindeki son paragraf hep çarpıcı. Bir film izler gibi hikayeleri gözünüzün önünden geçer ve size bu hikayeyi yaşatır. Bir an o hikayede geçen kadın olursunuz.
Ömrünü bir aşka adayan küçük bir kız çocuğunun hayata veda ederkenki halinden bir mektup sunuyor bize hikaye. Bu mektup çocukluğundan beri gördüğü, yanından hayatından geçtiği, kitaptaki yazara karşı duygularından bahsediyor. Birçok kez karşısına çıkma fırsatı bulduğu, ama kitaptaki yazarın yanından öylece geçip görmezden geldiği, dikkatini çekmemiş hatırlamaya değer bulunmamış bir kadın. Kadın yine yazarla karşılaşmaları sonucu ondan bir çocuk sahibi olmuş ama bu çocuğu yıllarca yazardan saklamış. Çocuğunun (ondan bir iz taşıyan bu dünyadaki tek varlığın) ölümünün ardından hemen yanıbaşında bu mektubu kaleme alıyor kadın. Ardından gribe kendini o da teslim ediyor ve bu mektup yazara ulaştırıldığına göre ölüyor.
Kitap verdiği duygular olarak güzeldi. Yazarın kişiliğini ve hayatını, yine kadının onun hayatına ve kendi hayatına bakışını çok güzel çizmişti bize. Bir aşık gözünden okuduk bir gençliği, hem de aşkının hakkını tam vermiş hatta bu aşka bir takıntı derecesinde hiçbir şey beklemeden tüm ruhunu, aklını, senelerini vermiş bir kadın gözünden. Üstelik karşı tarafın bu büyük aşkın farkında olmayıp sadece hayatına aldığı diğer insanlar kadar değer verdiği bir hikaye.
Keyifli okumalar diliyorum herkese...