Demet Aşkın yazdı...
EFELYA & ŞİİRKENT'İN NARÇİÇEĞİ
YA DA
FERHAT İLE ELİF...
"vakit çiy demi
adını fısıldıyor gecenin dudakları
neredesin..."
Yazar ve şair Mehmet Binboğa'nın ilk romanı olan Efelya'yı bir gecede bitirmiştim. Efelya'da hikâye; Erzurum- Eskişehir, Italya
Samle Çağla yazdı...
MEHMET BİNBOĞA’NIN, “ŞİİRKENT'İN NARÇİÇEĞİ” ADLI ROMANI HAKKINDA BİR İNCELEME DENEMESİ...Samle Çağla
Mehmet Binboğa'nın geçen yıl birinci cildi yayımlanan "Efelya" seri romanının ikinci cildi, "Şiirkent'in Narçiçeği" adıyla İzan Yayınlarından çıktı. Kitabın kapak dizaynı, Efelya'da
Batılılaşmak, milliyetçiliğe veda etmektir. Biz batıyı şekil ve ruhuyla bütün halinde taklide çalıştık. Son yüzyıllarda yaptığımız işe kendi varlığımızı inkar ile Batının şekillerini almak oldu. Ruhsuz bir şekil bizi boşlukta bıraktı.
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün bize namaz kıldırdı? Sonra (yüzünü cemaate) çevirerek son derece etkili bir vaazda bulundu? Öyle ki (bu vaazın etkisinden dolayı) gözler yaşardı, kalpler ürperdi? (Sahabelerden) biri, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bu öğütler sanki bir veda konuşmasıdır; bize ne tavsiye edersiniz?’ dedi? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ‘Size, Allah’a karşı takvalı olmanızı ve başınızda Habeşli bir köle olsa bile (onun emirlerini) dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira sizden hayatta kalanlar benden sonra birçok ihtilaf görecek. Öyleyse size;
sünnetimi ve hidayet üzere olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetini hatırlatırım.
Bunlara uyun ve sımsıkı sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli ve uyanık olun. Zira her yeni çıkarılan şey, bir bid’attır. Her bid’at ise sapıklıktır!’ buyurdu?”
...
Yine de onu sevmiştim, onunla kendimi aynı seviyede hissetmek için ondan bir şey çalmam gerekiyordu, yoksa ondan nefret ederdim. Bu nedenle onların o beyaz evine geldiğimizde, annesi bize kahvaltı hazırlarken babasının kitaplığından bir kitap çalıp kalın kumaş çantama tıktım ve veda edip, beni getirdiği için çok teşekkür ettim; burası onun olduğu kadar benim de ülkemdi. Ama değildi işte, kimsenin malı gibi görünmüyordu bu ülke; o, başkalarının hak iddialarına kayıtsız kalan uçsuz bucaksız kurumuş topraktı, o kadar.
Sultan Alparslan Önüne gelen kaleleri fethederek ilerliyordu. Kuşattıkları Berzem Kakesi'nin kumandanı olan Yusuf el-Harezmi bir hayli direnmiş, nihayetinde kaleyi teslim etmeye yanaşmıştı. Ancak kaynaklara göre önemli bir kabahati sebebiyle kendisine ölüm cezası verilmişti. Sultan Alparslan'ın huzuruna getirilen Harezmi, yere çakılan
Bilsin cihân ki ben bu cihânin nesindeyim:
Bir ülkünün mehâbetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen;
Ben ırkımın şeref taçan efsanesindeyim.
Herkes bir özleyişle yaşar… Ben de öylece
Altaylar'ın ve Tanrıdağ'ın çevresindeyim.
Merdânelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kâgânesindeyim.
Artık vedâ zamânına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim...
Bir veda gibi geçmişin anıları gözlerimin önünde bir bir geçmeye başlamıştı, tıpkı boğulan bir adamın tüm yaşamının son anda gözlerinin önünden geçmesi gibi.
Dinlediğin şarkının sona ermesi, okuduğun şiirin son mısrası, seyrettiğin filmin son sahnesi, yaşadığın kederlerin de bir gün biteceğini hatırlatmaya kafi değil mi? Uykunda ölümü, uyanmanda dirilişi yeniden yaşadığın gibi, bu dertlerin de bir gün sana veda edeceğini hissetmiyor musun? Oturduğun koltuktan kalkmanda, girdiğin odadan çıkmanda, bir gün başındaki bu musibetin de geçeceğini göremiyor musun? Bir şeyin başlangıcı varsa, bitişi de olmak zorunda değil mi?