Bariz olarak, çiftçilik verem, cüzam, frengi, veba, çiçek ve grip dahil olmak üzere bir salgın hastalık çağı başlatmıştır. Bu avcı-toplayıcıların hastalanmadıkları anlamına gelmez, fakat çiftçilikten önce insanlar temel olarak diğer memelilerle temas halinde olmalarından ötürü bit, kirlenmiş yiyeceklerden edinilen bağırsak solucanları ve uçuk gibi hastalıklara sebep olan virüslerden ve bakterilerden mustariptiler. Büyük ihtimalle sıtma ve frambezi (frenginin cinsel yolla bulaşmayan atası) gibi hastalıklar da avcıtoplayıcılarda görülüyordu, fakat bunların görülme oranı çiftçilere göre çok daha düşüktü. Aslında, avcı-toplayıcıların popülasyon yoğunlukları kilometre başına bir kişiden daha düşüktü ve bu sayı, bulaşıcı hastalıkların yayılabilmeleri için gerekli eşik değerin altında olduğundan Neolitik'ten önce salgın hastalıklarin görülmesi mümkün değildi. Örneğin çiçek hastalığı insanlara maymunlardan veya kemirgenlerden bulaşmış (hastalığın kökeninin tam olarak ne olduğu belli değildir) ve büyük, yoğun yerleşim yerlerinin ortaya çıkmasına kadar ciddi anlamda yayılmayı başaramamış, çok eski viral bir hastalıktır.
Albert Camus’ya göre “saçmalık” nedir?
Albert Camus, nam-ı diğer “Tanrısız Aziz”, felsefe tarihinin en ilginç karakterlerinden biridir. Felsefe dünyası onu, absürdizm akımının öncülerinden biri olarak görse de o, adının herhangi bir düşünce akımı ile anılmasını reddetmiştir.
Albert Camus’ya göre; insanın hayatla ilgili anlam arayışı, asla
“II. Mahmut 30 Haziran 1939 günü, henüz 54 yaşındayken vefat etti.
Aslında bir süredir üzüntüden vereme yakalanmıştı fakat verem yoksul hastalığı olarak bilindiğinden kimseye duyurulmamış, hekimlere “akciğer iltihabı” tanısı koydurulmuştu.”
Sonunda bitti... Juliet üniversitede temizlik görevlisi olarak çalışmaktadır.Babası yaptığı bir deney nedeniyle suçlanınca hiç görmemiş, annesini de yakalandığı verem hastalığı nedeniyle kaybetmiştir.Bir gün arkadaşlarıyla toplandığı anda laboratuvarda daha önce uygulanmış viseksiyon testinin sonuç kağıdını gördüğünde bu çalışmanın babasına ait olduğunu görür ve adaya gitmek üzere yola çıkar. Adaya giderken viole gemisinin kaza geçirmesi sonucu kendini kurtarmış olan Edward ile karşılaşırlar.Edward kendisine ait hiçbir sırrı paylaşmamış ve elindeki fotoğrafa dair birkaç cümle söyleyip orada bırakmıştır.
Montgomery ise çocukluğundan beri Juilet'in babasının yanında çalışmış ve deneylere tanıklık etmiştir, fakat Juliet adaya ayak bastıktan sonra korku dolu gerçeklerle yüzleşecektir ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır..
Okurken nutkum tutuldu, inanamadımm "nasıl yani ?"diye sorup gözlerimin yuvalarından çıktığı doğrudur.. Sonuç itibariyle zor bitirdiğim bir kitap oldu..Sonunda Montgomery'e çok kızdığımı söylemeden edemeyeceğim..