"Seni seviyorum," dedi. Ve o an aşkın ne işe yaradığını anladım. Aşk hayatta kalmana yardım ediyordu. Anlam aramayı da unutturuyordu. Aramayı bırakıp hayatı yaşıyordun. Aşk önemsediğin kişinin elini tutmak ve şimdiki zamanda yaşamaktı. Geçmiş ve gelecek yalnızca mitti. Geçmiş ölen şimdiki zamandı ve gelecek hiçbir zaman var olmayacaktı, çünkü ona ulaştığımızda gelecek zaman şimdiki zamana dönüşecekti. Şimdiki zaman sahip olduğumuz tek şeydi. Sürekli devinen, sürekli değişen bir şeydi şimdiki zaman. Ve hercaiydi. Yakalamanın tek yolu geçip gitmesine izin vermek, onu serbest bırakmaktı. Ben de bıraktım. Evrendeki her şeyi bıraktım. Her şeyi bıraktım, Isobel'in elleri hariç.
Sayfa 214Kitabı okudu
Osmanlı Döneminde Yaşanan Stockholm Sendromu Durumu
Anadolulu kıta çavuşları olan Türk gençlerinden kurulmuştu. Mustafa Kemal'in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türklerinden yaşlı bir yüzbaşı vardı. Uzun yıllar 5. Ordu mıntıkasında kaldığı halde Rumeli şivesini değiştirmemişti. Yüzbaşı, Anadolulu kıta çavuşlarına karşı şiddetli davranıyor, yeni erlere karşı ise lüzumundan fazla
Sayfa 126 - Cumhuriyet YayıneviKitabı okudu
Reklam
_Herkes, kendinden kaçar. Lucretius _Ama eğer kaçmazsa, neye yarar? Kendi kendinin yoldaşı olarak kendini zorlar. Böylece zahmet çektiğimiz zaafın, kendimize ait olduğunu bilmemiz gerekir. Hiçbir şeye katlanamayan bizler, her şeye katlanmaya yöneldiğimiz zaman zayıflarız. Bu, bazılarını ölüme sürüklemiştir. Yaşam ve dünyanın kendisi iğrençlik dolu
Ey dünyanın zarifi! Selam senin üzerine olsun. Benim hastalığım ve sağlığım senin elindedir. Kulun derdinin dermanı nedir, söyle. Bu, eğer alırsam senin dudaklarından aldığım öpücüktür. Eğer vücudumla senin hizmetine ulaşmazsam ruhum ve kalbim senin yanındadır. Madem ki sözsüz hitap oluşmuyor, o halde dünya niçin “buyur”la doldu? Ah ah! Gönlüm
Trabzon, kıyıda demirlemiş, her biri aşağı yukarı ikişer grostonluk dört paslı askerî nakliye sefinesi ile, mazı ve akçaağaçlar içinde âdeta kaybolan Fâtih Câmii ve çevresindeki, herbiri mütevâzı birer mimârî şâheseri olan küçük evler ile, başta Zağnos Paşa’nınki olmaküzere taş köprüleri ve nice câmi ile, Küçük Ayvasıl Kilisesi, hükümet binâları,
16. Biliniz ki Peygamberlerin (aleyhimusselâm) bütün mucizeleri âdeten muhal (imkânsız) olan şeylerdir. Biz bu imkânsızlığı ”Müsteb'ad olarak adlandırıyoruz. Lakin mucizeler aklen imkânsız olan şeyler değildir. İnsanlar âdeten muhâl olan şeyle aklen muhâl olan şeyi birbirinden ayırd etmemekte olup ikisini aynı şey zannetmektedirler. Ateşin Hz. İbrâhim (aleyhisselâm)'ı yakmaması aklen muhal değildir. Doğrusu şu ki ateş her zaman yakıcı değildir. O ancak şânı Yüce hakiki Müessir'in emriyle yakar. Hatta bazı canlılar ateşin içinde yaşarlar da ateş onlara en ufak bir zarar vermez. Bazı insanlar Mi'râc'ı aklen muhâl sayarlar. Çünkü onlar, bir insanın o kadar uzak mesafeleri hayret verici bir süratle katedebileceğini kavrayamazlar. Lakin onlar, gözden çıkan bir ışının bir anda doksan milyon mil mesafedeki güneşe kadar uzanan mesafeyi katedip geri döndüğünün farkında değildirler. Aynı şekilde bazı insanlar, kıyâmet gününde ellerle ayakların konuşup şâhidlik edeceğine şaşarlar. Ama küçük bir et parçası olan dilin konuşmasına şaşmazlar. Çünkü dilin gece ve gündüz demeden hareket ettiğini müşahede etmektedirler. Peygamberlerin (aleyhimusselâm) gösterdikleri olağanüstü haller de bu türden olupaklen muhal olmayan şeylerdir. Bunlar ancak âdeten muhâl olan şeylerdir. Bunların her birinin diğerlerinden ayrı, müstakil hükümleri vardır.
Reklam
313 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.