İlim ve Sanat, IV, 23 (1989)
Çağdaş toplumlar, yirminci yüzyılda gerçek bir cahiliyet devri yaşıyor. Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye rağmen çağın insanı mutsuz ve muzdarip, savaşlar, sömürüler, yalanlar, çılgınlıklar, zulümler, edepsizlikler, sefaletler, dengesizlikler, cinayetler, intiharlar, hastalıklar... İnsanlık özlediği huzur ve
Teselli bazen uyuşmak gibi, kendini usul usul zehirlemek gibi oluyor. Şehir, yetinmezliğiyle meşhur artık, küçümsemekle, iç sıkıntısıyla meşhur. Şehir yetinmezliğiyle yetiniyor sonunda. Biz de 'içimizdeki çocuk' tarzında klişelerle. Sanki öyle biri varmış gibi, şehirden kendimize döndükçe o çocuk bizi sevindirecekmiş gibi, ne hakiki, ne sahici olabilen duygularla avutmaya çalışıyoruz kederimizi. Öyle bir çocuk yok, içimiz neyse dışımız da o. Herkesi böyle kandırabileceğimizi sanırız ama önce kendimizi kandıramayız. Belki de artık yapabileceğimiz tek şey, ulaşamadığımız, şu ayrı ayrı bakmayı beceremediğimiz "kutsal'ların halimize acımasını önleyip, üstümüze gülmesini sağlamaktır. Teselli bazen bir tebessümdür, gerisi vesairedir..
Aşk yalnızca bir bakıştır, gerisi vesairedir...
O ilk bakıştan sonra aşık durmadan sevgiliyi seyretme, onu görme arzusu duyar. Çünkü göz ruha açılan büyük bir penceredir.