“….o gemiler ipleri yelkenleri dümenleri dökük
unuttuğum kırlangıç kuşları, kırık bardaklar
bir ahşap evde taşlıkta yaz günleri bilmesem
bir testiden soğuk soğuk sular sızdığını bilmesem
güç dayanırım.”
Dünyaya mutluluk ve zevk beklentisiyle dolu olarak adım atarız ve kader bizi hoyrat bir şekilde yakalayıp hiçbir şeyin bizim olmadığını, her şeyin ona ait olduğunu gösterene kadar bunu gerçekleştirmeye yönelik o aptalca umudu koruruz.
Saatin kaç olduğunu biliyor musun?
Ben anlayamıyorum gece mi, yoksa gündüz mü?
Üç gündür yağmur yağıyor bu evlerin,
Bu ağaçların, bu yolların üstüne.
Sular alıp götürüyor sanıyorum
Ellerimi, ayaklarımı, yorgun yüzümü…
Günlerdir dökülüyor her yanım.
“Anlatamayacağım. Bu insanlar guguk kuşu filmini de, Napolyonun yaşam öyküsü filmini de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa elimden ne gelir?”
Bitirdim ben...
Koydum lavtamı kenara.
Mor üçgüller arasında,
Gölgeler asılı durdukça,
Şakımak da sona erdi, şarkılar da.
Bitirdim ben...
Koydum lavtamı kenara.
Eskiden bülbüller gibi erken,
Çiy düşmüş çalılarda öterken,
Kestim artık sesimi.
Yorgun bir ketenkuşuyum şimdi,
Dudağımdaki ezgiler bitti.
Öttüğüm zamanlar geçip gitti.
Bitirdim ben...
Koydum lavtamı kenara.
“Göstereceğim, dedi tutkuyla. Size söz veriyorum Bayan Morse, her şeyi iyi edeceğim. Buralara nereden geldiğimi biliyorum, gidecek daha çok yolum olduğunu da biliyorum ve gerekirse dizlerimin üstünde sürünerek de olsa oraya gideceğim.”