Sürücünün yanıbaşında, ayakta sıkışmış, kokulardan korunmak için yüzümü yukarı kaldırmış, arkamda kart basılırken çıkan mekanik sesler ve motor homurtusuyla güç bela hareket etmiştik. Sinirli sürücünün önündeki sinirli göstergelerin titreyerek hızlanıp azalan hareketlerini, farların aydınlattığı öndeki dolmuş ya da servis aracının çok yaklaştığımız arka camından, koltuktaki yolcuların düşüp kalkan başlarını seyrediyor, sivil polis ya da koruma olduğunu düşündüğüm esmer, yapılı adamın muhtemelen koltuk altında taşıdığı tabancasının veya benzer bilmediğim bir cismin genellikle sertçe basılan frenlerde kaburgama yaptığı baskıyı duyumsuyor, gece gördüğüm düşte, sabah uyandığımda bile hâlâ başucumdaymış gibi duran aylandız ağacının pis kokusunu, karanlık kollarını düşünüyordum.
Sayfa 7 - MenfezKitabı okudu
"...şimdi bir dalgıç gözlüğü gerek gece ve gündüz görüşlerinin ötesinde yoğun sisin ve zifir buzun içinde doğayı yumuşatan ona sırlar fısıldayan..."
Sayfa 94 - EverestKitabı okudu
Reklam
Antika bilgisi hayret uyandıran bu zarif hanımefendi Başhekim’in eşine gönderilecek iyi bir hediye ararken kataloglardan birinde Kucağında Bebek İsa’yı Taşıyan Meryem Ana ikonasını görmüş ve sırf kocasının değerli dostu Başhekim’in hatırına, taksiye binip ta Nişantaşı Bronz Sokak’a gitmişti. Erdem Bakırcıoğlu karısının gönderdiği bu incelikli hediyeyi takdim ettikten sonra, ikona hakkında konuştular. Sevim Hanım söze hiç karışmadı, ama Başhekim Bedia Hanım’ın ince zevkini hayranlıkla övdü. Geceyi tam da Başhekim’in istediği gibi Ne günlerdi azizim, Beyoğlu’na şapkasız çıkılmazdı! diyerek, bir birlerine yatakhane anılarını hatırlatarak geçirdiler. İkonanın mikrop kaynadığını düşünen Sevim Hanım’ın içi içini yiyordu. Gece geç saatte eve döndüklerinde, ikonayı çamaşır suyu ile defalarca sildi. Hediyeyi ne yapacağını bilmiyordu. O duvara koydu olmadı, bu duvara koydu hiç olmadı. Bir köşeye bıraktı. Ertesi sabah alelacele kahvaltı sofrasını hazırlarken porselen nihaleyi yere düşürüp kırınca, elindeki sıcak çaydanlığı ikonanın üstüne koyuverdi. Meryem Ana’nın yüzünün ve kucağındaki Bebek İsa’nın tam üstünde sıcak çaydanlığın izi çıktı, resim daire şeklinde soldu. Meryem Ana’nın ve İsa’nın başlarındaki haleler bu geniş yanık izinin altında kayboldu. O andan sonra Sevim Hanım canım ikonayı nihale olarak kullandı. Sıcak tencereleri üstüne her koyuşunda binlerce mikrobun daha öldüğünü düşünüyor, mutlu oluyordu.
Sayfa 23 - can yayınlarıKitabı okudu
İKİ KUŞAK SAHİBİ ESMÂ BİNT EBÛ BEKİR(R.A)
O, babasının kızı idi. Onun gibi dürüst, onun gibi güvenilir... Dostluğu babasının dostluğu, sırdaşlığı babasının sırdaşlığı gibiydi. Onun gibi sadık, onun gibi sıddık... Çünkü her ikisi de Muhammedü'l-Emîn'e bağlanmışlardı. Her ikisi de ona iman eden bir avuç mümin arasındaydı. İmanı, inanmanın verdiği cesareti, Allah Resûlü'ne sadakati hep birlikte tatmışlardı. O, babasının ilk göz ağrısı, Ebû Bekir'in (r.a.) kızı Esmâ'ydı. Gün geldi, Ebû Bekir'in (r.a.) kızı Esmâ'nın lakabı, ismini yendi. Peygamberin koyduğu isim, babasının koyduğu ismin önüne geçti. "Zâtunnitâkayn (iki kuşaklı)” lakabı, Esmâ'ya sıcak bir Mekke gününün hediyesiydi: Bu gece gizlice Medine'ye hicret edeceklerdi. Bu esnada Esmâ, babacığının yanında idi ve bildi ki Allah yoluna baş koyan iki dost, O'nun uğruna çıkılan kutlu yolda yoldaş da olacaklardı. Esma ve kendisinden on yaş küçük kardeşi Aişe, bu iki dost için hemen yol hazırlıklarına başladılar. Deriden bir torbaya yiyecek, bir kaba da su koydular. Fakat bunların ağzını bağlamak için bir şey gerekliydi. Esmâ hemen elbisesinin kuşağını çözdü ve iki parçaya böldü. Biriyle yiyecek torbasının, diğeriyle de su kırbasının ağzını bağlayıverdi. Onun bu samimi gayreti, Allah Resûlü'nün dikkatini çekti ve memnuniyetini, “Allah bu kuşağının karşılığında cennette sana iki kuşak versin." sözleriyle dile getirdi. Bundan böyle Esmâ bint Ebû Bekir, "iki kuşak sahibi” olarak bilindi.
İÇİMİ BASAN EFKAR
İçimin vadilerinde kış kıyamet Rüzgarlar biteviye Yavrusunu yitiren kurdu seslendiriyor Ve ay her gece Gümüşi bir yalnızlığı anlatmak için Doğuyor sanki öylece. İçimin dağlarında askerler Sırtlarını kayalara vermişler Beklemekteler Yaptıkları pusatlarını elden geçirmek sadece Bir de aradabir Ellerini alınlarına götürerek Ufku gözetlemek. İçimin dağlarını duman basmış Ağaçların dalları bir o yana bir bu yana Ve yapraklar ve kuşlar birbirine karışmış Savruluyorlar gökyüzüne Ve onlara ve hareket eden herşeye inat Sonbaharla birlikte efkâr Demir atmış içimin derinliklerine
Sayfa 84 - İz YayıncılıkKitabı okudu
Yeryüzü yeni bir güne hazırlanıyordu Zaman devrini henüz tamamlıyordu. O konuştu: "Ey eti etimden olan Bu dünyada ve öbür dünyada Kardeşim olan! Bu gece yatağımda sen yatacaksın bana vekillik yapacaksın. Biz gidiyoruz Hicret ediyoruz. Sen sonra geleceksin Ama önce emanetleri sahiplerine vereceksin."
Sayfa 122 - İZ YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.