O, babasının kızı idi. Onun gibi dürüst, onun gibi güvenilir... Dostluğu babasının dostluğu, sırdaşlığı babasının sırdaşlığı gibiydi. Onun gibi sadık, onun gibi sıddık... Çünkü her ikisi de Muhammedü'l-Emîn'e bağlanmışlardı. Her ikisi de ona iman eden bir avuç mümin arasındaydı. İmanı, inanmanın verdiği cesareti, Allah Resûlü'ne sadakati hep birlikte tatmışlardı. O, babasının ilk göz ağrısı, Ebû Bekir'in (r.a.) kızı Esmâ'ydı. Gün geldi, Ebû Bekir'in (r.a.) kızı Esmâ'nın lakabı, ismini yendi. Peygamberin koyduğu isim, babasının koyduğu ismin önüne geçti. "Zâtunnitâkayn (iki kuşaklı)” lakabı, Esmâ'ya sıcak bir Mekke gününün hediyesiydi:
Bu gece gizlice Medine'ye hicret edeceklerdi. Bu esnada Esmâ, babacığının yanında idi ve bildi ki Allah yoluna baş koyan iki dost, O'nun uğruna çıkılan kutlu yolda yoldaş da olacaklardı. Esma ve kendisinden on yaş küçük kardeşi Aişe, bu iki dost için hemen yol hazırlıklarına başladılar. Deriden bir torbaya yiyecek, bir kaba da su koydular. Fakat bunların ağzını bağlamak için bir şey gerekliydi. Esmâ hemen elbisesinin kuşağını çözdü ve iki parçaya böldü. Biriyle yiyecek torbasının, diğeriyle de su kırbasının ağzını bağlayıverdi. Onun bu samimi gayreti, Allah Resûlü'nün dikkatini çekti ve memnuniyetini, “Allah bu kuşağının karşılığında cennette sana iki kuşak versin." sözleriyle dile getirdi. Bundan böyle Esmâ bint Ebû Bekir, "iki kuşak sahibi” olarak bilindi.