Constance ya da Yalnızlıklar, Avignon Beşlisi’nin üçüncü kitabı. Bence tam bir kırılma - geçiş kitabı. Diğer kitaplarda öne çıkacak karakterler dahil oluyor, ilk iki kitabın bazı karakterlerine son yazılıyor. Bir de kurmaca karakterin romanın gerçekliğine dahil olması durumu yine bir değişime uğruyor. Livia’da bir romanın karakteri olarak yansıtılan Sutcliffe kurgunun gerçekliğinde bu sefer Karakterler de birbirlerinin varyasyonları. Bununla ilgili satır aralarından birkaç alıntı bırakayım.
“Biz sanki aynı kişinin farklı zaman yörüngeleri üzerine yerleştirilmiş değişik halleriyiz.”
“İnsanlar sandıkları gibi ayrı ayrı bireyler değiller, kendilerinin dışındaki bir izleğin çeşitlemeleri.”
Tabii farklı ülkelerden, inançlardan tiplemeler seçmiş. Bakıcı, hizmetçi, doktor, diplomat, prens, ajan gibi çok farklı mesleklerden ayrıca. Bu müthiş çeşitlikle de dönemin insanının tam bir panoraması sunuluyor. Serinin yerel olmaması, bir gruba odaklanmaması bence en önemli özelliklerden.
Seri II. Dünya Savaşı öncesi başlamıştı, üçüncü kitap savaş dönemi. Vichy Fransa’sı, Mısır, Cenevre üzerinden ilerliyor kurgu. Avignon tarihi önemi, papaların şehri olmasıyla kurgunun merkezi zaten. Psikanalize bu kitapta fazla yer verilmiş, tapınak şövalyelerine ait hazinenin arayışına Alman subaylar da dahil oluyor, ama bir Dan Brown romanı gibi değil tabii:) Şiirsel anlatım, duygular, uzun betimlemeler ve aşk ile bir Lawrence tarzı arayış.
Spoiler vermeden seriyi anlatmaya çalışıyorum okudukça, bitsin daha derli toplu bir izlenim paylaşırım.
ELVEDÂ ROBİNSON
Şebnem gibi seherde goncaya düşer,
Bülbülün feryâd ettiği güldür yalnızlığım.
Merhaba!
İnsan yalnız doğar, yalnız ölür en çok da yaşarken yalnızlık çekermiş. Doğarken yaşadığımız yalnızlığı idrak edemeyiz, hayâtın sonunda karşılaşacak olduğumuza da henüz erişmedik fakat yaşıyorken bize yoldaş yalnızlığımızın soluğu hep ensemizde.
Genellikle okunmadığını bildiğim için uzun inceleme yazmam ama yazarın okuduğum onuncu kitabı olduğu için ve Hasan Ali Toptaş okumayanları aydınlatmak adına sözü uzatacağım.Hasan Ali Toptaş okuma serüvenim Gölgesizler ile başlamıştı kitaba başladığımda -ki her kitapta bu duyguyu tadacaksınız- ben farklı bir yazar okuyorum,daha önce böyle bir
Bazen bizim de kendi tasvirlerimizle dolu odalarımız vardır. Ama yansıtmayız,tıpkı ana karakter gibi. Bazen anlatmak istediklerimiz vardır , tanımak istediğimiz yabancılar; ve belki çoktandır sayfalarını ezbere bildiğimiz insanlar, Mualla gibi tereddütlerimiz; Vildan gibi hastalıklı görünen hakiki düşüncelerimiz vardır belki de kim bilir. Avrupai görünmeye çalışan yalnızlıklar edinir, bu havalı adın altına sığınarak korunmaya çalışırız. Sonunda üstün gelen Şarkın ince düşüncesidir bence. Sonunda üstün gelen Şarkın içimize işleyen ince sızısıdır bence . Sevgiliyi kalbinde besleyerek onu orada okşayıp narin bir gül gibi büyüten naif sevgi. Sonunda ne Doğu ne de Batı tadar mutluluğu; aslına bakarsak ortada tadılacak bir mutluluk baştan beri yoktur.
Tereddüt hayatımıza yeni mutluluk resimleri altında derin sorgulamalar getirmek için bu yalanı seçmiştir.
Bir resmi dokunaklı kılan, onun betimlediği ya da betimler göründüğü değil, işaret ettiği şey değil miydi çoğu kez? Tıpkı iyi şiirlerde olduğu gibi. Herkesin gözü önünde durduğu halde okunmadan anlaşılmayacak olan yalnızlıklar gibi.
Kalabalıklar içinde yalnızlıklar yaşamak
Bir kalbin içindeyken kendini yalnız hissetmek
Birinin kolları altındayken güvensiz hissetmek
Çatısı var olsa da yağmurda seni sırılsıklam edebilecek bir eve sahip olmak..
Aslında sahip olduklarimizin nicelik dışında bir önemi yok hayat arkadaşı dost arkadaş sırdaş ne derseniz
Birinin sizi sevmesi de kalbinde yer edinmeniz de onun da bir önemi yok dünya birden çiçek bahçesine dönüp size de en nadide çiçeği sunmuyor..
Hayat... Bazen ummadık taşlar bazen beklenenler sonların ağır romanı.
Sevgi masum gözüken ama en tehlikeli kalem
Yazması mürekkebi lekesi hepsi feci
Farkında değiliz bir katilin eline bıçak verdiğimizi ona en güzel parçaları sunduğumuzu farkında değiliz ona bizi nerden öldürebileceginizi sunuyoruz hem de hayat boyu sürekli birilerine katillere.
Mutsuz adaletsiz anlayışsız katılaşmış bu dünya düzenine karşı bir duruş sergilemek çok zor ama onun gibi olmak en kolayı
Direnin olmayın siz sadece siz olun gerçek sevgi neymiş neredeymiş bulun bulduktan sonra da acaba o benim katilim olabilir mi diye bir düşünün okurken bile bir durup dusunduyseniz bırakın ve oyunu baştan alın o hayat değil tekrardan kendi hayatınıza başlamaya çalışın
Suç ve Ceza
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Yıllardır dillerde dolanan bir kitap olmasından dolayı hikayeyi biliyor, sayfa sayısından dolayı sıkılacağımı düşünerek başlamıştım fakat hayranlıkla okudum.
Kitap 1866 yılında yayımlanmış. O yıllar Rusya için çok önemli toplumsal olayların, üzüntülerin yaşandığı bir dönem ve kitabın kahramanı o dönemin
"Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır." der Hasan Ali Toptaş, Yalnızlıklar adlı şiirsel denemelerden meydana gelen şaheserinde.
Kuşlar Yasına Gider adlı son eserinde de kendisi Denizlili olan yazar Hasan Ali Toptaş'ın pırıl pırıl, akıcı Türkçesinden bir Anadolulu Babanın ve oğlunun gözünden insanların üçkağıtçılığı, acımasızlığı ve baba-evlat ilişkileri çok iyi bir şekilde ifade edilirken, gerçek anlamda okunmayı ve anlaşılmayı hak eden bir yazar olduğunu tekrar tekrar ortaya koyuyor Toptaş.
Okunmayı çok hak eden yazarın çok akıcı ve sürükleyici romanı oldukça başarılı olmuş, mutlaka okunmalı.
Adalet Ağaoğlu, "Ölmeye Yatmak" yaklaşık iki sene önce okumuştum, üçlemenin ikincisi olan "Bir Düğün Gecesi"ni de arayı fazla açmadan okuyayım istedim. Tam bir belgesel roman dedikleri, toplumun birçok kesimini aynı anda bir desen içinde veren, gerçekten inanılmaz bir kitap. Sağ-sol çatışmasını konu edinen başka da roman