Genelde sanılıyor ki hümanizme bütün insanlara insanca muamele etmenin ,en azından böyle bir hevesin ve arzunun ifadesidir. Aslında yanılsama da buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü batı insanı hümanizmleri sadece kendi mensub insanlar için böyle algılamaktadır.
Rank'a göre nevroz aşırı bilincin her türlü rol yapma, yanılsama olanağını yok etmesidir, bu yüzden nevrotik doğruya en yakın kişidir; ama bu özellik aynı zamanda yaşamayı da olanaksız kılar.
Hegel'in mutsuz bilinci ve Sartre'ın Tanrı olma tasarısı, inatçı bir aşkınlık tutkusunun ürünleridir, tarihçe aşıldığı bir çağda dinsel arzu tarzlarını hala terk edememenin ürünleri. Romansal bilinç de mutsuzdur çünkü Hıristiyan inancı sona erdiği halde aşkınlık gereksinimi ölmemiştir. Ama benzerlikler burada biter. Romancının gözünde modern insan özerkliğinin tam anlamıyla bilincine varmayı reddettiği
için acı çekiyor değildir; ister gerçek olsun ister yanılsama, bu bilince katlanamadığı için acı çekiyordur. Aşkınlık gereksinimi kendini insanların dünyasında tatmin etmeyi dener ve kahramanı bin türlü çılgınlığa iter. Ne kadar inançsız olurlarsa olsunlar Stendhal ve Proust, bu noktada Hegel ve Sartre'dan ayrılarak Cervantes ve Dostoyevski'yle buluşurlar. Prometeusçu felsefe, Hıristiyan dininde, hala kendini tümüyle öne süremeyecek kadar utangaç bir hümanizma görür yalnızca. Romancıysa, Hıristiyan olsun ya da olmasın, sözümona modern hümanizmada kendi doğasını tanıyamayan bir yeraltı metafiziği görür.
"Gün gelir hepimiz, yanılsama olduklarını kabul edip gençliğimizde insanlara ilişkin girdiğimiz beklentileri bırakır ve insanların fesatlıklarıyla hayatımızı ne kadar güçleştirdiklerini, bize ne kadar acı çektirdiklerini görürüz."