içindeki sevgi toprağı verdi ulu yemişini
o öyle yaratılmıştı sevmek ve sevgisini kendini vermek üzere,
sevgide yanmak,yok olmak ve bir daha onmamak üzere...
"Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor."
Aşkın bir bakış, belki kısacık bir göz kayması olduğunu düşündüğü ilk gündü o. Sonra geliştirdi düşüncesini: Göz kalbe iletiyordu güzelliği ve kalpte bir kıvılcım tutuşuyordu. Bu kıvılcım hem ışık, hem ateş olma potansiyeline sahipti. Işık olmanın yolu ateş olmaktan geçiyordu. Önce yanmak ve alevin ışığını süzerek nura döndürmek gerekiyordu. Gönülde tutuşan ateşi söndürmek için göz damla damla su akıtıyor, ancak göz yaşı ateşi sön-
dürmekten ziyade onun hararetini arttırıyordu.
Kâğıt toplarken, bunu bir iş gibi değil, bir ders gibi yapardım.
Okulda göremediğim ilgiyi, kendi kendime yaşatıyordum
sanınm. Bulduğum her şeyi okurdum. Lise öğrencisiydim.
Babamın nerede olduğunu bilmiyorduk, bir akşam valizini
alıp çekip gitmişti. Hâlâ da görmedim. Belki ölmüştür.
Ölmediyse de kendi bilir, biz onu öyle bildik. Annem günlerce
evden dışan çıkmadı. Kocası onu terk ettiği için kendinden
utanıyordu. Onu teselli edebilecek, akıl verecek kimsemiz
yoktu. Babamın gidişinden bir hafta sonra dolapta yiyecek
hiçbir şey kalmadı. Hiçbirimiz ne yapacağız diye düşünmedik.
Düşünmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorduk. Düşünmenin
ne olduğunu bilsek babam da düşünürdü, ben olmazsam
ne yapar arkamdakiler der, gitmezdi. Arkadakiler
bilmiyorlardı demek ki. Düşünmenin sadece kendine yanmak
olduğunu sanıyorlardı. Babam kendi hayatını kurtarmak
için basıp gitmişti, annem de evde kendine yanıyordu.
Çoluk çocuk hak getire. Abim benden iki yaş büyüktü. Lise
sondaydı. Bir gün okuldan dönerken, “Kâğıt toplayalım lan,
satarız, paramız olur” dedi. Bir arkadaşı yapıyormuş, ondan
öğrenirmişiz. Yapalım, dedim. Başka yapacak bir şeyimiz
kalmamıştı zaten. Okuldan çıkınca kâğıt toplamaya başladık.
Topladığımız atık kâğıtları satıyor, eve alışveriş yapabilecek
parayı kazanıyorduk.
Bilmem hangi âlemden bu toprağa düşeli;
Yataklara serildim, cam kırığı döşeli…
Kafam bir cenk meydanı, kokusu kan ve barut,
Elindeyse düşünme, gücün yeterse unut!
Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım;
Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım.
Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde;
Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde.
Alırken dilenciyim, verirken de borçluyum;
Kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum.
Taş taş üstüne koysam, bozuk diyorlar, devir!
Bir ok çeksem, diyorlar; peşinden koş ve çevir!
Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık;
Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.