Insanın okuduğu her şeyle belli bir gelişme kaydettiğinden emin değildir artık. Ruhun en karanlık bölgelerine yolculuk eden yazarların oralarda asla yara alamayacakları konusunda da şüpheleri vardır. Kişinin canı ne isterse yazmasının ya da okumasının, kendisi içinde iyi bir şey olup olmadığı konusunda kuşkuları vardır.
benle düşman olamazsınız çünkü düşman olacak kadar büyük ve yeni bir yara açamazsınız bana. kalmadı karalanacak kadar boş ve temiz bir sayfam, kalmadı yanacak kadar yanmamış yerim. iddia ettiğiniz o ateşler korkutmuyor beni, daha önce vurulmamış hiçbir yerimi vuramazsınız benim.
Biliyoruz ki bütün acılar geçer, fotoğraflar sararır .Yara kabuk tutar,kapanır.Sokakta mevsimi fark edersin,aynada kendini.Önce belli belirsiz sonra gamzene kadar gülersin.Kuşlar konar dallara.Kırıldığın yerden çiçek açarsın bütün acılar bir günde geçer ya da alışırsın...
Herkesin sıkıntıdan patladığı bir anda, bana nereye gittiğimi, hava durumunu nasıl karşıladığımı, ne iş yaptığımı, erkek arkadaşımın olup olmadığını soracak birilerinin karşıma çıkmasından korkarken, sen çıkmıştın karşıma… O geceki yolculuğumuz Milat oldu. Yaklaşık üç saat boyunca Kazancakis ve Zen ustalarından konuşmuştun.
“Benim yüreğimde yeterince yara var, “diyordum kara gözlerine bakarken. Sen, “benim yüreğimde yeterince ölü var,“ diyormuşsun bana bakarken. Bir gün bunları birbirimize itiraf ettiğimizde bir şey kaybetmemiş, aksine gözümüzün lisanına güvenebileceğimizi anlamıştık.
İçini kemirip duran acılarla, kin, öfkesi, nefreti yok olmuştu. Sadece içinin taa derinlerinde tuz basılmış yara gibi sızım sızım sızlayan bir yer vardı.
gitmek mi istiyorsun?
kanayacaksın,
kapıdan çıkacak cesareti bulana kadar
ve çıktığında
küçüğüm,
kalacaksın
yaraların iyileşene kadar
bu kısır döngü nefes aldığın sürece
Bir portre çıkartmaya çalışıyoruz, elimizdeki, içine karamuk çizgileri de karışmış buğday yağmurlarından. 20. yüzyıl yıkıntılarının içinden kendi dünyasını yüklenip kurtarmaya çalışırken almadığı yara, geçmediği ateş çemberi, işitmediği ses, cennetini kaybetmemek için çarpmadığı cehennem kalmayan, göğsü kıyamet aşısıyla aşılı, en keskin sabırlarla dağlanmış, sancak çağıltılı, yüzünde ve yüreğinde durmadan ay bölünen, miraç çığırının adamı müslümanın portresini çıkartmaya çalışıyoruz bir malzeme yığınından.
‘Hiçbir zaman çok neşeli bir insan değildin, yüzünde hep bir keder gölgesi dolaşırdı, ara sıra gerginliklerin olurdu, ben de bize anlatmadığın bir sırrın olduğunu, çok derinlerde bir yara sakladığını düşünürdüm.’
İbn Kayyım (ra) şöyle der:
"Yüce Allah'a giden yolda kalp, bir kuş gibidir. Başı sevgi, kanatları korku ve ümittir. Baş sıhhatli ise kanatlar iyi uçar. Ama başı kesildiğinde kuş ölür. Kanatlar yara aldığındaysa kuş savunmasız kalır ve avcıların hedefi olur." (Medaricu's Salikin)
İbn Kayyım, bu derin ifadede müminin hayat yolculuğunu özetliyor. Bizim bu hayatta en büyük destekçi gücümüz Allah'tır. Ama aynı zamanda, Allah'a karşı olumlu bir korku ve hürmetle dengelenmiş bir umuda sahip olmalıyız. Başı kesildiği vakit kuş nasıl ölürse, Allah'a olan sevgimiz sona erdiği vakit biz de ruhen ölürüz. Kuş kanatlarından biri yaralandığında nasıl düzgün uçamazsa, Allah'a olan korku, umut ve hürmetimiz zayıfladığında biz de manevi olarak dengemizi kaybederiz. Yanlış yönlendirilmeye ve aşırı uçlara kaymaya karşı daha savunmasız bir hale geliriz.