Bana dair her şeyi o depremle yerle bir olmuştu onun. Kendisi bile o doğal afette kaybolmuştu. Bu hıçkırıklar, şimşekle beraber yükselen haykırışlar... Bu ağlayışlar hep bir arama kurtarma operasyonunun bir parçası idi. Bende kaybettiği kendini yollarda bulmayı diliyordu. Peki ben? Ben ne yapacaktım. Onun yaraları çok uzun bir süre kanayacaktı, belki kabuk tutması uzun yıllarını alacaktı ama bir gün kabuk tutmaz dediği o yara kaşınmaya başlayacak ve kırmızı, siyah kabuğun altından yepyeni bir deri, taze bir hayat baş gösterecekti. Ben? Ben yaralı değildim. Ben hastaydım; Afrika'da sarı hummaya ebelenmiş küçük bir çocuktum ben, orta çağda kara ölüme yakalanmış bir zavallıydım, günümüzde kanserin pençesine düşmüş bir hastaydım. Asla iyileşemeyecektim... Nazlı yaralarından sıyrılıp benim üzerime bir sünger çekecek ve asla üstünü açmak istemediği, korkunç bir anı olarak zihnine hapsedecekti. Bense hapsedildiğim o örtünün altında ölmeyi bekleyecektim...