_Maske takarak yaşıyoruz ve maskenin içindeki gerçek beni unutup, ideal benliği gerçek sanıyoruz. Gerçek benliğimizle çatışma sonucu hastalanıyoruz. _Ortaçağda felsefesinde Tanrı, insanı kurgulayarak yaratır ve insan, tanrıya ulaşmak için uğraşır. Bu kurgu dünyası bir sınavdır. Ortaçağ ilkel insanı bu yüzden bir maske takar. Rönesans özgür
Düşler - Histeri Üzerine
_Düşler, bilinçaltına giden kraliyet yoludur. Freud _Düşlerde akıl hastalarının yaşadıklarını yaşarız. Wundt _Deli, uyanık bir düş görendir. Düşler bize, gizli doğamızı göstermek ve ne olduğumuzu değil, eğer başka bicimde yetiştirilseydik ne olabileceğimizi ortaya koymak için vardır. Kant _Düşte insanın gerçek karakteri ortaya çıkar. Düşler, kısa
Reklam
Umarım tam tamam olur…
Yarım kalmış cümlelerim var. Bir eksikliğim var, Seni anlatamıyorum. Bir sözüm var, Bir de yokluğun, Bir kırılganlık, Bir de hasret, Bir yolculuk var,
Peki sanat dediğimiz şey tam olarak nedir? Tanımlaması basit bir şey değil, orası kesin. Her türlü olguyu basitleştirmeye çalışan insanların bağırışları arasında onun ne olduğunu ifade etmek daha da güçtür. Dâhilerden hem olağanüstü olmaları ve münzevi bir yaşam sürmeleri hem de herkese benzemeleri beklenir. Hakikatse maalesef çok daha karmaşıktır. Balzac'ın, "Deha herkese benzer fakat kimse ona benzemez," cümlesi bu durumu çok iyi özetler: Bu, gerçeklik olmadan hiçe dönüşen ve aynı şekilde gerçekliğin onsuz değerini yitirdiği sanat için de geçerlidir. Öyleyse sanat gerçeklikten nasıl vazgeçebilir ya da ona nasıl boyun eğebilir? Sanatçı nasıl işleyeceği konuyu seçiyorsa, işlediği konu da onu seçer. Sanat da bir bakıma dünyada yarım kalmış, geçip giden şeylere karşı bir başkaldırıştır: Onun yegâne amacı, duygularının kaynağını oluşturduğu için korumak zorunda olduğu gerçekliğe farklı bir biçim kazandırmaktır. Bu bağlamda hepimiz gerçekçi olduğumuz gibi, kimse gerçekçi değildir. Sanat ne topyekûn bir yadsıma ne de olan şeyleri bütünüyle kabullenmektir. O aynı anda hem bir yadsıma hem de bir kabullenmedir ve bu yüzden sürekli yenilenen bir kalp kırıklığına benzer. Sanatçının, kendini içinde bulduğu bu belirsizlik asla sona ermez. Gerçekliği reddedememekle birlikte bu gerçekliğin yarım kalmışlığı sonsuza dek süreceğinden ona her daim karşı çıkmak durumundadır.
14 Aralık 1957 tarihli konferans
İnsanın yüreği anasının, babasının yarım kalmış hayalleri, atalarının hüzünleri, kalp kırıklıkları, kayıpları tarafından işgal edilebilir miydi acaba?
"Ya sefere çıkılacak ya da seferden dönülecek. Hayat uzun bir bekleyişti. Aşk uzun bir bekleyişti. Gençlik uzun bir bekleyişti. Sevgili, cephelerden mektuplar yollayan, başucundaki resimdi. Başucundaki resim, eksik kalmış kavuşmalardı. Kavuşmalar, bahçe taşlarında duymayı umduğu ayak sesleriydi. Hep çerçeveden çıkarak onu kollarına alan bir genç adam, gümbürtüsü kulağına gelen kalp atışları, dizlerinin kesilmesi, akıp akıp gitmeleri, büyük dalgalarla kıyılara vurmaları, içinde şırıl şırıl akan nehirler ve her seferinde yarım kalan bir rüya gibi, doyulmamış eksik bir tat..."
Sayfa 8 - Everest YayınlarıKitabı okudu
Reklam
68 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.