Ölmek hep erken gelir insanlara ve ölümlerin en zorudur, haziranda ölmek.
Gitmeklerin en zoru. Gitmenin, arkada bırakmanın, geri dönecek bir yol bulamamanın.
Tüm heveslerin kıymık gibi kursağa takıldığı, orada hep kanadığı, kanattığı, yaraladığı bir zamandır. Kalbini genişleten, sızılarını dindiren, yaralarını bastıran bir aşkı yarım bırakmak gibi. Hiç olmadık bir zamanda. Tam da o sıcak, sımsıcak, insanın kalbini ısıtan topraklara yaklaşmışken, bir kanat sonrasında, çok değil bir kanat sonrasında, hayallerine dokunacakken, tam da o anda, o eşsiz anın hemen eşiğinde yorgun düşmek gibi.
Papatyaların güneşle sevişip sevgililerin saçlarını süsledi-ği bir günün sabahına uyanamamaktır haziran ölümleri.
Doğa, en ahenkli ve en gür sesiyle söylerken şarkısını ve Tanrı'nın soluklarıyla yeniden yaratılırken hayat, her şeye gözlerini kapatıp kör, sağır olmaktır, bu vakitlerde ölmek. Puslu bir çatışma akşamı sonrasında, uğursuz bir gece yarısı, bir kurşunun şakaklarından öptüğü devrimci gencin, onlarca kez okuduğu, sevgilisinden aldığı o son mektubu bir daha okuyamamasıdır haziranda ölmek.