" Memurlara kutsallık ve dokunulmazlık tanıyan özel yasalar çıkartılır"
Burada, karşımıza, devlet iktidarının organları olarak memurların ayrıcalıklı konumu sorunu çıkar. Dikkat çekilen asıl konu şu: Onları toplumun üzerine yerleştiren şey nedir?
Kabul edilsin ya da edilmesin, bilinçli ya da bilinçsiz, şiirsel durum, yani hayatın aşkın bir durumu, aslında halkın aşkta, suçta, uyuşturucuda, savaşta ve isyanda aradığıdır.
Vahşet Tiyatrosu tiyatroya tutkulu ve çırpınmalı bir hayat kavramını geri getirmek için oluşturuldu ve bu tiyatronun dayandığı vahşeti şöyle anlamak gerekiyor; şiddetli bir
Öncelikle bu yazım, kitap incelemesi olmasından ziyade kendi cahilane görüşümle ve kitaptaki aydınlatıcı bölümlerle toplumumuzdaki bazı temel sorunları aktarıp bu sorunları nasıl aşabileceğimiz üzerine yazılmıştır. Söze başlıyorum.
Bir toplum nasıl gelişir?
Bugün Batı bizim önümüzde. Batı bizim önümüzde de biz Doğu'nun ilerisinde miyiz? Hayır.
Badiou etiğe döneminin postmodernist düşünürlerinden farklı yaklaştığı için oldukça önemli bir yere sahiptir. Etikten önce yolu bu soruna çıkan ilk sorgulamalara kadar döner. Bugünkü etik her şeyden önce insan hakları ile ilgilidir. Günümüzde etik insanı doğumundan ölümüne dek meşgul edecek, iyiyi merkez alıp kötüyü sınır dışı bırakacak evrensel
Hem yasaların varlığına inanacak, hem soylulara sırt çevirecek bir parti hemen bütün halkı arkasında bulacaktır. Böyle bir partinin doğması ise olanaksız; çünkü soylulara sırt çevirmeyi göze alamaz hiçbirimiz.
Kur'an ve İslam'ın pratik uygulamalarını günümüzün gelişmiş bilinci ve bakış açısıyla değerlendirerek "herhangi bir uygulamanın ne- den öyle değil de böyle" olduğunu sorgulayan eleştirilerse bütünüyle anlamsızdır. Nedeni çok basittir: Ister Tanrı kelamı olarak kabul edelim ister onu bir insan elinin ürünü olarak görelim, her
Burada birilerinin ileti ve incelemelerini paylaşarak haklarında atıp tutmak pek huyum değil aslında ama bu sefer durum biraz farklı. Zira mezkur gönderi popüler olmuş ve benim anasayfama kadar düşmüş olduğundan bir kaç kelam etmek üzerime vacip oldu. Özellikle ileti sahibinin yorumumu okuduktan sonra beni engellemiş olması bu yorumumu ve
Demokrasimizin bir sorunu var.
Carl Schmitt başta Avrupa olmak üzere bütün Dünya'da pratik deneyimlerin artmasıyla parti hakimiyetinin kusurlarının ortaya çıkışını anlatmaktadır. Bu konu üzerine Carl Schmitt şöyle diyor; "Böylece, sağ ve sol eğilimler, muhafazakâr, sendikalist ve anarşist argümanlar, monarşisi, aristokratik ve demokratik
Bizim uymakla yükümlü kilindığımız, gözle görülüp varlığı kuşku götürmeyen tek yasa varsa soylulardır; nasıl olur da kendimizi bu tek yasadan yoksun bırakırız.
- Üşenmedim, 34 sayfadan ve 81 maddeden oluşan İstanbul Sözleşmesi’ni dibine kadar okudum. Sözleşme, ön gördükleri ve dili açısından “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ne benziyor. Yani başlıktaki soruya cevabım şu: İnsan Hakları Beyannamesi insanları ne kadar koruyorsa, İstanbul Sözleşmesi de kadınları o kadar korur.
Haddizatında kadını da,