Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
Kitapta bir distopyadan (distopik bir toplum) bahsediliyor. Düşünceleri nedeniyle işkence gören insanların anlatıldığı bir kitap. Toplumun tele-ekranlar, düşünce polisi, mikrofon gibi çeşitli argümanlarla izlemeye alınarak düşüncelerine müdahale edilmeye çalışıldığı bir yaşam (!) formu anlatılmış. Büyük Birader'e karşı olan herkesin önünde sonunda yola getirilerek(!) yok edildiği bir sistem. Kitaptaki fikirler -sanki hiçbir ayrıntıyı kaçırmayalım diye- farklı cümlelerle sık sık tekrarlanmış. O kadar çok altını çizdiğim cümle oldu ki, şaşırdım. Kitapta anlatılan distopik toplumun, olanlara kendini inandırma çabasını okurken aklıma Hitler Almanya'sı geldi. Konu itibariyle iç karartıcı ancak zihin açıcı bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitabı çok hızlı okudum. Ancak son on sayfasını -belki de istediğim gibi bir sonla karşılaşmayacağımı hissettiğimden- okumak istemediğimi farkettim. Burada kitabı çeviren Celal Üster'i ayrıca tebrik etmek gerek. Çeviri çok akıcıydı. Okuduğum 39. baskıda çevirmen kendi fikirlerini bir önsöz olarak yazmış. İlginç ve açıklayıcıydı. Ayrıca kitabı okurken aklıma gelen Alper Canıgüz'ün Oğullar ve Rencide Ruhlar kitabından bir söz paylaşmak istiyorum:
"Adalet denen şey bir yalandan ibaretti. İnsanlar suç işledikleri için değil suç işlenmemesi gerektiği için cezalandırılıyordu. Sistem gaddarca bir caydırıcılık üstüne kurulmuştu."
Keyifle okumalar dilerim...