Yıllardır sebebini bilmediği,
kendi tabiatına aslında hiç de uymayan, onu bir kurt
gibi içeriden kemirip duran, içini kurutan öfkenin kaynağını
bulmuştu sonunda. O tek suçlunun babası olduğunu sanıyordu.
Babasına bir şey diyemediği için öfkesini senelerdir
bastırıyor, bastırdıkça dişlerini sıkıyor, öz babasına duyduğu
nefreti omuzlarında korkunç bir ağırlık olarak taşıyordu. Kolay
değildi babadan, anadan nefret etmek. Nefret ettiği halde
yine de onlardan sevgi dilenen bir çocuk gibi, kırk beş yaşında,
evet, kırk beş yaşında bir çocuk gibi yanlarında yörelerinde
dolanmak, kendini beğendirmeye, sevdirmeye çalışmak,
yaptığı her şeyi içindeki öfke ve nefret duygusuyla hep
o küskün halle yapmak, büyüyememek, tam olamamak, kendini
ait hissedememek, güvensiz ve tedirgin baba evi ziyaretlerinde
susmak, susmak ve durmadan susmak kolay değildi.
Bunların hepsini Besim Usta bilirdi. Sırtını dayayabileceği
bir babaya öyle ihtiyacı vardı ki, yıllar boyu ördüğü bütün
duvarları kendine baba diye ördü. Her ördüğü duvarın
önüne çöküp yaslanır ve bir yorgunluk sigarası içerdi. Ben
yaptım, elimin emeği, alnınım teri der ve yaslanır; sırtındaki
o elin yokluğunu tuğlalarla, duvarlarla doldurmaya çalışırdı.
Ama ördüğü hiçbir duvan yanında taşıyamazdı.
Ve Çukurova göğünde bir tek kartal gözükmez oldu, bir tek karakuş, bir tek doğan... Bir Kurt, bir tek tilki... Atlarla birlikte, kartallar, çaylaklar, karakuşlar da gittiler. Kurtlar, tilkiler, sırtlanlar, çakallar da...
Nasıl da değişiyor kişi zamanla
Güç o güç değil hız o hız değil
İnançlar sarsılmış, umutlar yitik
Bu kirli çağ bizim çağımız değil
Yeşiller, maviler kapkara olmuş
Yorgun eller, ayaklar, yollarsa yokuş
Ne açan güller var, ne öten bir kus
Güneş o güneş değil, yıldız o yıldız değil
Kökünden bir kurt girmiş ağaca
Yapraklar perişan, dal paramparça
Daha çok aldanacağız yaşadıkça
Anlasana bu ilk aldanışımız değil
bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. koşuyordu. koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. koşmalıydı. oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri. bütün dileği et ve kandı, istese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.
Sayfa 115 - sahibini arayan mektuplar — birinci mektupKitabı okuyor
Bunların, yüreğinde bir kurt var ki durdurmaz onları, eğer onlar güçleri yeter de içlerindeki kurdu öldürürlerse o zaman da işte canlı cenaze olurlar.
Allah onun yüreğine nurdan bir kurt koymuş.
Yürekleri ışıktan olanların hepsi böyle çocuk huylu olurlar. Bu yüzden de başlarından da bela eksik olmaz.
*
Eğer Evdale Zeynike, Yaşar Kemal'in Homeros'u ise, bu şu anlama da geliyor; sahipsiz kalmış binlerce Homeros, yeni yetişen gençleri ve yeni nesili bekliyor.
Yaşar Kemal: “Kültürün asıl taşıyıcısı, ona kimlik kazandıran öznesi hep “dil” olmuştur. Dolayısıyla da bir dili yasaklamak, yaşatmamak,
asimile etmek, ne derseniz deyin, bir kültürü tahrip etmekle aynı anlamı taşımaktadır. Halkın acıları, türküleri, manileri, hikayeleri,
ninnileri, masalları... Kısacası onu halk yapan özellikleri “dil” aracılığı ile yaşamını sürdürür. Dünya, birbirini besleyen bin çiçekli bir kültür bahçesi olmuştur. Her kültür geçmiş kültürlerin
gübrelediği birikim topraklarının bir kültür çiçeği olmuştur.
ya da bilinçsiz bu büyük kültür bahçesinden bir çiçeği yok etmek,
insanlıktan bir rengi, bir kokuyu, bir güzelliği, bir yaratıcılığı
almakla bir tutulmuştur
İnsan niçin yaşar üç günlük dünyada? Namus için, devlet için, din için… bak şu bacılarına. Onlar namus derdine kılıç kuşandılar, Moğol’a teslim olmadılar. Bak şu beylere. Devleti teslim etmemek için direnirler, vuruşurlar. Bak şu Konevi’ye! Tebrizli iblis Konya’ya gelmiş, derviş kılığıyla sapkınlık eder. Neymiş Allah bunun içine giriyormuş, evine geliyormuş.