Biz kadınlar,
Camdan büyük bir fanusun içindeyiz
Korseden sütyene mahpus yaşarız
Namus diye biri karar verir;
başımızı örtmemize,
eteğimizin uzunluğuna.
Pantolon yasaktır bize
Tahrik edermiş erkekleri.
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun diregi bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "çok şükür bugünü de gördük"
Yalnızca elli sayfalık, yaklaşık bir saatimi alacak bir kitap okuyup ardından üç saate yakın filmini izledim. Geçen dört saatlik zaman dilimi ise asla bir kayıp değil. Aksine hayatıma ve duygularıma dokunan anlardı. Bazen yüzlerce sayfadan oluşup bittiğinde "bana ne kazandırdı?" Diye sorguladığım kitaplardansa bir sayfaya birden çok duyguyu sığdıran eserlerin hayranıyım.
Kitabı gördüğümde çerezlik okuyup bitiririm sonra da diğer kitapların arasında yerini alır diye düşündüm. Ama hikaye öyle fantastik ve hatta fazlaca ütopik ki; okurken etkilenmemek elde değil. Bir solukta nefesimi tutarak okudum. Ardından 2008 beyaz perdeye uyarlanan ve Brad Pitt'in muhteşem oyunculuğuyla daha da keyifli hale gelen filmini izledim. Ve üzerine basa basa söylüyorum ki kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kitap içeriğinde ise; yazarımız Mark Twain'in "Hayatın en iyi kısmının başta, en kötü kısmının da sonda olması ne yazık." sözünden esinlenip yazmış olduğu konu okuyucuya aktarılmıştır.
Dünyaya seksen yaşında gibi yaşlı bir şekilde gelen bir bebeğin, hayatın kuralı olan doğmak, büyümek ve yaşlanmak şeklinde olması gerekirken, Benjamin'in tam tersi olacaktır. Benjamin'in garip hayatını anlatan aşk ve duygu yüklü fantastik bir eser. Yazar yaşın insan kimliği üzerindeki etkisini hayalgücünü zorlayacak bir şekilde anlatmıştır.
Okur kalın...
Kilonuzla dalga gecmeyen adamları sevin, sabah uyandığınızda yeni çıkmış sivilcenizden iğrenmeyen, sacınızda üç beş beyaz görüp alaycı bakışla yaşlandığını söylemeyen, kalınlaşan belini dert etmeyen, size cinsel obje dışında bakabilen, kapanamadın atanamadın zayıflayamadın hayıflarında bulunmayan, güzel yemek yapıyorsun neden beceriklisin bana kilo aldırıyosun gibi saçma salak ota çöpe bahane bulup sizi terkeden değil bir lokmayı huzur içinde yiyebileceğiniz adamları sevin. Böyle adamlar sekilciliğin dünyevi boyutundan çıkmış, ruhani doyumun olgunluğuna ulaşmış adamlardır. Ne güzeldir böyle adamlarla yaşlanmak ve ne kadar şanslıdır onlara rastlayan kadınlar...
En hoyrat çağlarımız tükeniyor yavaş yavaş. Adına yaş almak mı yaşlanmak mı desem bilemedim. Bunda da güzel bir yan var ama, Rabbim şu zorlu günlerde bir yaşıma daha girmeyi nasip eyledi. Daha ne isterim.
Bazen satırlar biter dizeler kalır geriye.
Biri çıkar, saatlerce cümle kursan açıklayamayacağın şeyleri birkaç dize ile açıklar:
"Yaşımdan yorgun, yaşımdan telaşlıyım bugünlerde!
Kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum!
Belki kırklarımdayım belki otuzlarımda!
Belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında!"
Şilan Avcı
Aklıma rahmetli Erdal Tosun geldi:
"Hüzünlü değilim, mizacım böyle."
Yeri gelmişken, sizinle birlikte geçirdiğim ikinci doğum günü oluyor bu. Bir sonrakini görür müyüm bilmem ama güzel şeyler olacak hayatlarımızda, hissediyorum. Değecek yaşımızdan yorgunluğumuza.