"Körlük nedir?"diye sorsalar, hepimizin vereceği cevap aynıdır değil mi?
Peki ya "Hepimiz zaten körüz!" deseler?
Olmadı mı? Bence tam oldu.
Sistemi eleştirmekten, göz göre göre uysallaştırıldığımızdan, düzenin düzensizliğinden bahsetmekten dilimizde tüy bittiğini düşünüyoruz. Hepimiz, "böyle insanlar olduğu sürece" diye başlayan cümleler kurmaya bayılıyor, asla özeleştiri yapmıyoruz. Bence biz artık o çok sevdiğimiz aynaların bizi de sevip sevmediğini sorgulamaya başlamalıyız?.
"Ne düşündüğümü söyleyeyim mi sana, Söyle, Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler."(sayfa 330)
Trafikte kırmızı ışıkta bekleyen bir adamın aniden kör olmasıyla başlayan olay, salgın haline gelip tüm ülkeye yayılır sonrası mı? Kaos. Öyle karanlık bir körlük de değil ayrıca "süt beyazı" bir körlük.
Hiçbir şeyin adını bilmediğimiz bu kitapta her şey gayet yerinde ve düzenli. Karakterler belli başlı betimlemelerle sunuluyor(İlk kör olan adam, doktor, doktorun karısı...), ki isim hafızası benim gibi kötü olan biriyseniz bazen kitap okurken çorba olan isimleri sormuyorum bile bu açıdan işimizi baya kolaylaştırıyor. Sayfalarca süren diyaloglar tırnak işaretine bile gerek kalmadan ve birbirine karışmadan gayet güzel virgüllerle ayrılmış, kendine has noktalama ve yazım kurallarını da göstermiş.
Bu kitaba düzenin düzensizliği demekten başka bir şey bulamadım. Kitaba başlarken şu cümle var ancak ben bu cümleyle bitirmek istiyorum:
"Bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan farket."
(Nasihatler Kitabı)