Yaşamak istemedigim gecelerden biriydi. Yani o anda gelseydi ölüm, baş köşede ağırlar şarap ikram eder gibi sunardım canımı ona. Ne yazik ki o, kapıda beni umursamiyor kendi halinde görünüyordu. Bir gün o kapıdan girdiğinde ölüm hayata yalvaracak miydim beni kurtarması için?
Öte yandan hayat kapı aralığından göz kırpıyor, sevişmeye davet eder gibi şuh, gülümsüyordu. Bir de tuhaf bir tavrı vardı. Çok şeyini bu gülümsemeyle aldım ve almaya devam edeceğim dercesine bakıyor bana.
Iyi de verdiklerim zaten benim değildi ki. Ben hiç yaşamamış da olabilirdim. Acaba bana ait olmayan seyleri zorla baskasindan mi almıştım yoksa hediye mi edilmişti? Dogdugum gunu, hatta ilk bir kac yilimi hic hatirlamiyirum. O dönemlerden mi, doğumdan önce mi hiç bir fikrim yok.
Peki bu emanetleri iade ettiğimde zaman ve mekan kavramlarından kurtulacak miydim? Ya da hiç var olmamış mi olacaktım. Ölüm işte bir kapıydı, sadece bir kapı. Bir geçiş noktası. Bir rüyanın sonu, gerçekleri görme zamanıydı. Ve bu gerçeği hiç bilemeyebilirdim.
Ölümü böyle severken yaşamaya bu bağlılık nedendir hala anlamış değilim!
Uğur UKUT