"Ben seni anlıyorum. Sana, tutamadığım o kadar çok söz verdim ki, inan bunları düşündükçe kendimden utanıyorum. Senden sadece, seni sevdiğimi ve yaptıklarımı telafi etmenin bir yolunu her zaman arayacağımı bilmeni istiyorum.... Seni çok özlüyorum."
Sokağın ortasında David’in burnuna bir koku geldi. Rüzgarla birlikte havalanıp yanından geçen tatlı bir kokuydu bu. Adımlarını hızlandırınca koku da güçlendi. Ve o zaman gördü kokunun kaynağını. Hemen karşısında, etrafı çitlerle çevrilmiş bir çiçek cümbüşü duruyordu. Sümbülden nergise, laleden menekşeye, çılgın bir karışımdı. Daha önce, şehrin göbeğinde böyle bir şeyi hiç görmemişti. En azından, yıllar önce Eden,le ve annesiyle birlikte yaşadığı evden beri görmemişti. Çitlerin kilitli kapısının üstünde bir de tabela vardı. Sarı renkli, neşeli harflerle CENNET BAHÇESİ yazıyordu. Hemen altındaysa, daha küçük harflerle, BABACIĞIM İÇİN. Kızının el yazısını görünce David’in gözleri doldu. ‘B’lerin tombulluğundan tanımıştı yazısını.