Özgeçmiş
Annelies Verbeke 1976’da Belçika/Dendermonde’de doğdu. Gent Üniversitesinde gördüğü edebiyat öğreniminden sonra kendini senaryo yazma işine verdi. 2003 yılında yazdığı ilk romanı Uyku 14 dile çevrildi ve bugüne kadar 70 000’den fazla sattı. Kısa öykülerden oluşan Komşunun Tavuğu Komşuya… adlı kitabı için Belçika’nın en önemli edebiyat ödülü olan Gouden Uil’e layık görüldü. Roman ve kısa öykülerinin yanı sıra en az onlar kadar başarılı olan senaryolar da yazıyor. Romance adlı film, İspanya, Polonya ve Almanya’da düzenlenen film festivallerinde ödüller aldı.
Yapıtları
Groener Gras, 2007 (Türkçesi: Komşunun Tavuğu Komşuya…, Çeviren: Kevser Canbolat, Aksel Tercüme ve Yayıncılık)
Reus, 2006
Slaap! 2003 (Türkçesi: Uyku, Çeviren: Gül Özlen, Ayrıntı Yayınları)
Uyku. Bazı insanların geceleri, bazı insanların gündüzleri tattığı zevk. Bazı insanlar içinse ölüm.
Sebebi uyuyamamak. Gece yatağa yattığında saatlerce boş tavana bakmak. Bir kitap açtığında okuyamayacak kadar yorgun ve halsiz ama uyuyamayacak kadar da ses çıkartan bir beyine sahip olmak.
Bu kitapta da iki tane karakterin öyküsü anlatılıyor. Uyuyamayan, hayatları mahvolmuş iki karakter.
Karakterimiz erkeğin annesi, oğluna gülen yüzlü yumurta yapan bir fahişe, karakterimiz kadının ise kendisi, karakterimiz erkeğin annesine benzer. Birisi barlarda kadın avlayan, diğeri ise av olan birisi. Elbet bir gün karşılaşıyorlar. Cafelerde, barlarda dans ediyorlar ve bir gün ilişkiye giriyorlar. Ardından birbirlerini hiç görmüyorlar.
İkisi de çok şey yaşıyor nihayetinde ve sonunda...
İki mahvolmuş hayatın neşesiyle karşılaşıyorlar.
Adam kadına gülen yüzlü yumurta yapıyor ve ağzından o kelimeler çıkıyor.
"Anneme benziyorsun"
Kitaptan güzel iki alıntıyla bitirmek istiyorum:
Gecelerim bulabildiğim en karanlık barlarda, üzerlerinde köpeklerin pireleriyle dolaşan adamlar ve doğmamış bebeklerini içkiyle boğmak isteyen kadınların arasında geçiyor.
“Hayatın canına okumasına izin verme dostum” dedi büyük bir ciddiyetle. “Başına gelenlere boyun eğmek zorunda değilsin. Hayatta bazen dişlerini, bazen de kıçını göstermelisin. Ben dünyayı gezdim, para kazandım ve kendimi ispat etmek için en güzel kadınları becerdim, hem de bu gözümle. Hayatla başa çıkmayı öğrenmelisin.
Başlangıç ve bitiş arasındaki çizginin belirginsizleştiği, birisinin hikayesiyle diğerinin hikayesinin, durumların ve olayların iç içe geçtiği bir kitap. Hayat da böyle değil mi? İki insanın etkileşiminin ve bu etkileşimde geçmiş ve güncel travmalarının etkilerini izliyoruz kitapta.
Arka kapakta tanıtımın verdiği heyecanı, etkiyi kitabın sayfaları ilerledikçe kaybettim. İlk sayfalarda uykusuzluğun psikolojik yıkımlarını iki ayrı insanın da uykusuzlukla nasıl başa çıktıklarını daha doğrusu çıkamayışları güzel yansıtılmış. Benoit’in çocukluk hikayesi, ikilinin tanışmaları vs her şey güzel giderken, kitapta bir anda bir kopukluk yaşanıyor. İki ayrı insanın, ayrı ayrı kendi gözlerinden yaşadıkları, başlarına gelenler ifade edilmeye çalışılıyor. Fakat bu kafalarda soru işaretlerine “ee noldu yani şimdi” falan dedirtiyor.
Yazar, yer altı edebiyatı kitabı olsun diye, her dip konudan biraz ondan biraz bundan serpiştirmeye çalışmış ama 120 sayfaya bu kadar derinlik katmak, bana göre akışı bozmuş.
Ama yine de hakkını yiyemem okunmaya değer, anlatılanlar içimde iz bırakabildi.