Arthur Koestler (5 Eylül 1905, Budapeşte - 3 Mart 1983 Londra) Macaristan doğumlu çok yönlü bir yazar. Asıl adı Kösztler Artur'dur. Babası Leopold Koestler, Kuzey Macaristan'a göçmüş bir Rus yahudisiydi. Roman, gazete yazıları, sosyal felsefe eserleri ve bilim alanında kitaplar yazdı. 1931 yılında Almanya Komünist Partisi'ne katıldı ama yedi yıl sonra, Birleşik Krallık'a göç edince ayrıldı. 1940'ların sonlarına doğru en tanınmış İngiliz anti-komünistlerinden biri oldu. 1950'ler boyunca da aktif olarak siyasete devam etti. Sovyetler'de 1930'lardaki tasfiyeleri anlatan Gün Ortasında Karanlık romanı Stalinizmin kurgusal temsili olarak George Orwell'ın 1984 romanı ile birlikte anılır. 13. Kabile adlı araştırmasında ise Aşkenaz Yahudilerinin tarih sahnesinden silinmiş olan Hazar Türkleri olduğu savını ortaya atmıştır. Bu sav bilimsel çevrelerde halen tartışılmaktadır. Ayrıca Britannica Ansiklopedisi için de maddeler yazmıştır.
Arkadaşlar herkese merhaba. Kendime göre uzun bir okuma listesi oluşturdum. Daha önce okuyan varsa ya da fikri olan kitaplar ile ilgili buyurun sohbet edelim. Buradaki dostların da kitapları var. Her ay kendime belirli bir miktar bütçe ayırdım almak için. Fikirlerinizi bekliyorum.
1)
#130383752
Çünkü biz insanların değişebileceğini düşünmüyoruz. Dünyada dakikada 270 doğum gerçekleşiyor. Bu demek oluyor ki 24 saatte yaklaşık olarak 388 bin doğum gerçekleşiyor. Mümkün müdür ki bu doğan bebeklerin ileride tamamen iyi olması, suçsuz olması? Elbette, içlerinden tecavüzcüsü, katili, hırsızı mutlaka
"Haklı olduysam, hiçbir pişmanlığım yoktur; yanlışlık yaptıysam bunun bedelini ödemeye hazırım."
"Gün ortasında karanlık" (“Gözqamaşdırıcı Zülmət”).
İlk olarak dikkatimi çeken ismi oldu kitabın ve nedense sıkıcı bir okuma olacağını düşündüm. Tam aksine yazarın dili çok akıcı, hiç sıkılmıyorsunuz okurken. Konu itibariyle
Gün Ortasında Karanlık: Arthur Koestler’in 255 sayfalık mükemmel denilebilecek romanı belki de şaheseri. Devrimin mimarlarından nikolay salmanovich rubashov, partiye ve bir numara'ya muhalif tutumları nedeniyle yakalanıp tek kişilik bir hücreye atılıyor ve roman boyunca onun ‘kaçınılmaz son’a doğru gidişini okuyoruz. siyasi düşünceniz ne olursa olsun Koestler’in dili, sizi alıp rubashov’un bedeninin içine hapsediyor ve gardiyanın demir sürgüyü her çekişinde çıkan soğuk ve sert ses kulaklarınızda yankılanıyor. ayaklarınıza çöken müthiş bir ağırlıkla yürüyorsunuz cezaevi koridorlarını. rubashov’un bedeninde işkenceye, sigara dumanına, neme, pisliğe maruz kalıyorsunuz. ta ki finalde edebi bir şahlanışa varıncaya, sonsuzluğun omuz silkmesine şahit oluncaya kadar. Kitabın gerçekçi tahliller ve yapıcı eleştirilerle sosyalist sisteme yönelttiği sorgulamaları okumak, edebi zevkin yanında okuyucunun yeni bir bakışla tanışmasını da sağlıyor. rubashov’un hücresinde işkencecisiyle girdiği diyaloglar, benim dönüp tekrar okumaktan kendimi alamadığım yerler arasındaydı.