2013 Eylül ayından beri öykü yazıyor. Öyküleri; Sarnıç, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü, Evrensel Kültür, Ekin Sanat, Tefrika, Lacivert, Kitapçı, Sancı Kültür Sanat dergilerinde, Galapera, Öykü Burcu ve Balkon fanzinlerde, Parşömen sanal fanzin ve Theleme Tekkesi bloglarında yayınlandı. Olmaz mı isimli öyküsü Ölüm Vardiyası öykü seçkisinde yer aldı. Ankara’da yaşayan öykücü, Aybüke ve Ahmet Berk’in annesidir…
Keşke Koleksiyoncusu değil "Klişe Koleksiyoncusu". Böyle bir giriş yapmamak için çok direndim ama yok, olmadı. Çok üzgünüm bunun için. Size nedenlerini anlatacağım.
Başından sonuna kadar bayağılıklarla donatılmış, yeşilçamvari bir kitaptı Keşke Koleksiyoncusu. Asker arkadaşı iki babanın aynı gün doğan çocukları, coğrafya sebebiyle çocuklara verilen isimler, birlikte büyüyen çocukların birbirine âşık olması, bir diğerinin evlenmesi ve keşkeler. Zorlama bağlantılar, zorlama diyaloglar, zorlama alt metin. Kitaba başlarken çok heyecanlıydım inanın, ancak daha ilk yarısında heyecanım yerini hüsrana bıraktı. Kitaba ve yazara haksızlık etmemek adına sonuna kadar okudum. Elbette yazarın, kitabın sonunda okuyucuya verdiği bir mesaj var. Hiçbir kitap boşuna yazılmıyor. Ancak bu mesaj, kitabın her yanına yayılan, kişisel gelişim kitaplarında da gördüğümüz ve benim hiç hoşlanmadığım öğütlerle okuyucunun gözüne gözüne sokulmuş ne yazık ki. Dikkatimi çeken bir noktayı buraya eklemek istiyorum; kitaptaki karakterlerden biri, okuyucuya "Kahraman Tazeoğlu, Ahmet Batman karakterlerine benzer acılar çeken" şeklinde tanıtılmış. (Bkz. sy. 169) Çok üzgünüm ama yazarın yukarıdan baktığı, eleştirisini yaptığı bayağılığın sınırları dışına çıkamaması bana oldukça komik geldi. Son olarak elimdeki kitapta çok fazla yazım hatasıyla karşılaştım. Zaten zor olan okuma sürecimi daha da zorlaştıran bu yazım hataları beni oldukça rahatsız etti. Okuduğum hiçbir kitap hakkında kolay kolay söyleyemeyeceğim bir şeyi ne yazık ki Keşke Koleksiyoncusu için söylemek zorundayım: "zaman kaybı".
Keşke Koleksiyoncusu, Fırat ve Dicle isimli iki gencin doğumlarından itibaren başlayan ortak hayatlarını, kardeş gibi büyümelerine rağmen aslında birbirlerinden gizli içlerinde onlarla büyüyen aşklarını ve onların aile-arkadaş ortamlarını anlatıyor.
Kitabın ilk yarısını beğenerek okudum. Altını çizdiğim çok fazla cümle oldu ancak ikinci yarısında fikrimin değiştiğini söylemem gerek.
Normalde hiç bir kitabı çok rahatsız olduğum noktalar yoksa olumsuz olarak eleştirmem. Ancak Keşke Koleksiyoncusu' nda bazı noktalar var ki kitaba olan ilgimi neredeyse yok etti.
Bu noktalardan ilki; kitapta çok fazla argo kelime yer yer de küfürler olması. İkinci nokta, Dicle' nin babasının anlatıldığı bölümde (102-111 sayfa aralığı) bağımlılık yapıcı maddelerle ilgili bana fazlaca ayrıntı gelen, nasıl kullanıldığına dair bilgiler olması. Bu kısım hiç yazılmamış ya da bu kadar ayrıntı verilmemiş olsaydı daha iyi olabilirdi. Üçüncü ve en rahatsız olduğum nokta, dini inaçlarımıza dair söylemler. (107. ve 111. sayfalar) Karakter olarak inançsız biri oluşturulacaksa bile bunun hakaretlerle yapılmaması görüşündeyim.
Ayrıca neredeyse 50 sayfalık bir kısım, sadece Fırat ve Dicle' nin yıllar sonraki buluşmalarına mental olarak hazırlıklarını anlatmakla geçiyor. Bir ara buluştular da ben mi gözden kaçırdım diye düşünmedim değil.
Açıkçası kitabı elimden bırakmamamın tek sebebi ilk yarısını okumak için harcadığım zamana saygı duymam. Güzel başlayan ama kötü devam eden bir kitaptı.
Ayşegül Kocabıçak'ın "Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları" adlı kitabını okurken, Adnan Azar'ın "konuştur beni/en çok sustuğum yerden kanıyorum”dizeleri düştü aklıma.Konuşturmak istedim ben de dilsiz anneleri, sessiz çocukları...Konuşsunlar, isyan etsinler istedim, yaşadıkları karşısında.Yalın,vurucu bir anlatımı var Ayşegül