Anlayış etiği, aforoz etme ve toplum dışına itme yerine, kanıt göstermeyi, kanıtlarla çürütmeyi ister. Daha geniş kapsamlı bir anlamayla ilintili olanı hain kavramı içine hapsetmek, hatayı, yanılmayı, ideolojileri, sapmaları kabul etmeyi engeller.
İşte buradayız, ama bitkiler, kuşlar, çiçekler var; yaşamın çeşitliliği var; insan zihninin olanakları var. Artık tek temelimiz ve muhtemel tek kaynağımız bunlardadır.
(...) sapiens'in beyni kimileyin bulgusal, daima tesadüfi ve çoğunlukla başı boş bir şekilde (ama yine de kendi sağlamasını yaparak) "gürültü"yle birlikte ve "gürültü" vasıtasıyla çalışır; yani "gürültü"ye uyarlanır ve onu kendine uyarlar. Böylece order from noise [gürültüden düzen] ilkesini (von Foerster, 1962) daha üst, aşırı karmaşık bir düzeye taşır.
Homo sapiens'te büyü ayininin özü, ayinin sadece cevabı beklenen varlıklara doğrudan bir yöneliş değil, aynı zamanda, temsil edilen varlığı bir şekilde barındırdıkları farz edilen sembol veya imgelere bir yöneliş olmasıdır.
İnsan hayatının mitler, büyü ve din tarafından müthiş bir şekilde sömürgeleştirilmesi, Homo sapiens'in buhranlı karakterinin ve nevrotik cevaplarının derinliğine ve çapına işaret ediyor: Bu cevaplar olmasaydı insanlık belki de hayatta kalamayacaktı. T.S. Eliot'ın formülü henüz geçerliğini yitirmemiştir: "Human kind cannot bear very much reality" (İnsan türü gerçekliğin fazlasını kaldıramaz).
Nitekim, bir ölümün şahsiliğinin yaşayanlar arasında sürebilmesi için güçlü bir şahsi kişisel varoluşa gerek vardır; duygusal ve kişilerarası bağlar yoğun olduğu takdirde ölümün ötesinde var olmayı sürdürebilirler. Ölüm denen kopuşun bilincine varmak için, özbilinç denilen bu yeni üst merkezin dünyada gelişebilmesi, nesnel ölüm bilincinin kabülü ile öznel bireysel ölmezlik fikrinin at başı gitmesi gerekir.