Blogcu Anne Elif Doğan 1976’da Mersin’de doğdu. Babasının okuduğu ilkokuldan, amcasının bitirdiği Tarsus Amerikan Koleji’nden mezun oldu.
Gönlü öğretmenlikte olsa da o zamanlar pek popüler bir bölüm olan işletmeyi tercih ederek Marmara Üniversitesi’ne giriş yaptı. Üniversiteden sonra, liseden beri birlikte olduğu sevgilisinin ardından Amerika’ya gidebilmek için düğün dernek evlenerek kapağı taze gelin olarak okyanus ötesine attı. Hiç de severek okumadığı işletme lisansı yetmezmiş gibi “Belki akademisyen olurum” düşüncesiyle Baltimore Üniversitesi’nde işletme üzerine yüksek lisans yaptı. Bundan da ders almayan Doğan, neyse ki doktoradan reddedildiği noktada “Ben zaten işletmeyi hiç sevmemiştim” diyerek kendine daha “insan ve fayda odaklı” bir yol çizdi.
Yaklaşık beş sene Amerika’da çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalıştı. 2006’da oğlu Deniz’in doğumunun ardından Türkiye’ye döndü. Anne olmasıyla birlikte profesyonel hayata geçici bir süreliğine ara verdi. Bir süre sonra “sadece birisinin annesi” olmanın ona yetmediğini, “Bugün sadece kendin için ne yaptın?” sorusunun yanıtının “Hiçbir şey” olduğu her gün bunalıma biraz daha yaklaştığını fark etti. O günün akşamında “Anneliği hem severim, hem söylenirim” diyerek blog yazmaya başladı.
2010’da oğlu Derin’in de aralarına katılmasıyla çok çocuklu hayata geçiş yaptı. Türkiye’deki profesyonel hayatın annelikle el ele gitmediğini gördüğünden çalışma hayatına dönme kararını bir kez daha erteledi. Blog yazmayı ne kadar çok sevdiğini fark ettiği noktada bu kadar çok emek harcadığı ve manevi doyum sağladığı bir uğraşı işi olarak benimsemeye karar verdi.
“Annelik her zaman tozpembe değil” temasıyla çıktığı yolda 2009 Nisanı’ndan beri anne olmanın iniş-çıkışlarını da paylaşan Elif Doğan, Türkiye’nin en çok okunan anne bloglarından BlogcuAnne.com’un yazarı. Çeşitli toplumsal konulara gösterdiği hassasiyetle de tanınan Blogcu Anne, blogunun yanı sıra farklı platformlarda yazılar yazıyor, panellere konuşmacı olarak katılıyor.
Erkekler yüzyıllardır kadınları incelemiş, kadınlar hakkında kitaplar yazmış, fikir beyanında bulunmuşlar. Çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu ve ataerkil söylemleri devam ettiren doktorlar, psikologlar, filozoflar, tarihçiler, edebiyatçılar... kadınları araştırmalarına, anneleri romanlarına konu edip ideal annenin nasıl olması, ideal anneliğin nasıl yapılması gerektiğini bıkmadan usanmadan anlatıp durmuş,bir yandan ataerkil düzeni sürdürürken bir yandan da bunun ekmeğini yemişler.
Siz hiç bebeğini bırakıp işe gittiği için vicdan azabı duyan, suçluluk hisseden baba duydunuz mu? İlla ki vardır... Ve fakat,bu duyguyu sırtına kambur yapmamış kadın neredeyse yoktur.
Kitabın yazarı henüz 16 yaşındayken Kendi gerçek hikâyesini anlatıyor, hicran henüz 8 yaşındayken annesi onu sevdiği adam uğruna doğum gününde terk etmiş küçük bir kız sürekli annesine ihtiyaç duyduğu halde yanında olmaması babasından gram sevgi görmemesi ve 10 yıl boyunca serhat abi dediği çocuğa aşık olup platonik bir şekilde tek başına yaşaması...
Ayrıca William Shakespeare' dan anlamlı alıntılar yazılması ayrı güzel bir detay. Her ne kadar fazla dram olsa da çok güzel ve anlamlı bir kitap
@blogcuanne uzun yıllardır instagramdan takip ettiğim, yazılarını severek okuduğum biri, kitabı çıkar çıkmaz alıp okumak istedim. Bu zamana kadar düşündüğüm, hissettiğim ve belki birçoğunu kelimelerle ifade edemediğim feminizm yolculuğunu anlatmış, çok da iyi olmuş. Okurken hep ‘işte tam da böyle’ dediğim, sürekli altını çizdiğim cümlelerle dolu.
Hayatını erkeklerin, çocukların ve evin hizmetine sunmuş tüm kadınların bu kitabı okumasını isterdim. İç güdüsel olarak mı yapıyoruz kadınlık görevlerimizi yoksa bir dayatma ile mi? Bu kitapta kadınlığa, anneliğe dair çok sayıda başlık ele alınmış. Yuvayı kurmak ve devamını sağlamak dişi kuşa ait bir sorumluluk mudur?sorusuna dair cevapları da bulacağınız bu eser en samimi, açık ve anlaşılır şekilde yazılmış feminist
kaynaklardan biri bence.
Elinde tuttuğun başkasının çorabı ise onu aldığın yere koyup bu kitabı okumalısın bence!