361 okunma, 27 beğeni - Gamze Güller kitapları, eserleri, Gamze Güller kimdir, öz geçmişi, Gamze Güller nereli gibi bilgiler, kitap incelemeleri ile yorumları, Gamze Güller sözleri ve alıntıları detaylı profili ile 1000Kitap'ta.
Hakkında
19 Mayıs 1970 yılında Ankarada doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimimi TED Ankara Kolejinde, lisans ve yüksek lisans eğitimini İTÜ Mimarlık Fakültesinde tamamladı. Çeşitli inşaat firmalarında görev yaptı ve yurtdışı projeleri nedeniyle Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Özbekistan, Irak gibi ülkelerde yaşadı. Hâlen Ankarada Proje Koordinatörü olarak çalışıyor. İngilizce, İtalyanca ve Rusça biliyor. 2005 yılında Um:ag bünyesinde Yazma ve 2006 yılında Uygulamalı Öykü seminerlerine katıldı. Yine 2006 yılında Felsefe tarihi, Varoluşçuluk, Sanat Felsefesi, Estetik dersleri aldı. 2007 yılından itibaren Kitap-lık, Karşın, Lacivert, Patika gibi edebiyat dergilerinde çeşitli öyküleri yayımlandı. 2007 Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışmasında Otel isimli öyküsü Okunmaya Değer Öyküler kategorisinde anıldı. 2007 Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali Öykü Yarışmasında Dağların Soluğu isimli öyküsüyle Onur Ödülü, 2007 Özgür Pencere Edebiyat Derneği Kadın Öyküleri Yarışmasında Gel Pisipisi isimli öyküsüyle mansiyon aldı. Yazarın yakın dönem içinde Turkuvaz Kitaptan yayımlanan İçimdeki Kalabalık adlı öykü kitabı ilgi gördü.
Uzun zamandır öykü kitabı okumamıştım.Bu kitabı gördüğüm an adı dikkatimi çekti ve kitabın arka kapagina bile bakmadan almaya karar verdim.Belki de kitapçıda kitabı gördüğümde küçükken evden kaçıp abimle birlikte etrafı keşfe çıktığımız günleri hatırlamış olduğumdandır.Türkçenin usta kalemlerinin evden kaçış veya geride kalış anlatıları bu kitapta toplanmış.İcerisindeki bütün öyküler beni çok içine çekmese de,İlk öykü olan Orhan Pamuk'tan "pencereden bakmak" ve son öykü Ayşe Sarısayın'ın "kırkıncı oda" en beğendiğim öyküler oldu.Öykülerde kimi kaybettiği çocuğunu ,kimi özlem duyduğu çocukluğunu,kimi ait olduğu yeri aramak için evden kaçma çabaları. Tabiki anlatılanlar sadece evden kaçanların değil, kaçanların ardından kalanların da öyküleri.Öykülerde, sadece fiziksel kaçışları değil,ruhsal kaçışları da okuyoruz.Tren istasyonunda bir banka oturup, banliyö trenlerini izleyip, her şeyi ardında bırakarak çekip gitmek için değil de,gitmeyi hayal etmek için o istasyona gelenler de var.Aslında hepimizin içinde yokmudur;kimselerin bizi tanımadığı bir yerde kendimizi daha özgür hissetmek isteği.
Herkesin kendinden birşeyler bulabileceği (çok fazla beklentiniz yoksa) sıkılmadan okuyacagınızı düşündüğüm bir öykü kitabı.....
Her kadın içinde bir güçle var olur,bu güç zedelenebilir/zedeleyebilir,eksilip çoğalabilir.Ama yaşam boyunca asla son bulmaz. ‘İçimdeki kalabalık’ da bu güce yoğunlaşıyor. On öyküden oluşan kitabın,dokuz öyküsünde kadınlar alıyor sözü, birinde ise Sedat Demir’in ifadesiyle ‘kahramanlığa öykünerek başrolü kapabilmiş’ bir erkeği görüyoruz.
.
Türk öykücülüğünün çok yoğun olduğunu düşünüyorum. Tanıştığım çoğu öykü yazarında farklı tatlar görüyor; -kısılmak istense de- çoksesliliğin varlığını hissediyorum. Sancılı karakterler, ayakları yere sağlam basan ama sonrasında tökezleme riski bulunanlar, inatçılar, sinirliler.. Kapısı farklı, göğü aynı evlere girip çıkıyorum her öyküde. Gamze Güller de on eve konuk etti beni. Üç evde örneğin çok rahatladım, biriktirdiğim öfkeyi kustum insanların yüzüne, ‘yanlışsınız! siz yalnızsınız!’ diye bağırdım. Bir evde ise vedalaştım aşk sanılan hastalıkla, bir diğerinde ev küçüldü de küçüldü, küçücük bir kutuya sığdı eklemlerim, hem de 25 sene..
.
Velhasıl hoş buldum, ‘içimde kalabalık’ı. Yük olmadan, yüklenmeden..
Gamze Güller Hanımı birkaç söyleşide dinleme imkânı buldum. Bu ilk okuduğum kitabı. Belirtmeliyim ki; kitaptan önce müspet ve zarif kişiliği ile dikkatimi çekti. Bu sebeple ben de müspet bir ön kabulle başladım kitaba...
Betimlemelere bayıldım. Okurken hikâyelerdeki durumların içinde hissettim kendimi.
"Cafer" adlı hikâyeyi çok beğendim, çocukların dünyasındaki masumiyeti masal tadında aktarış çok hoştu...
Bir Alzheimer hastasının sinesini in'ikâs ettirdiği "Sözcüklerin Tortusu" isimli hikâyede geçen şu cümleler: "Sözcükler ne zaman kaybolmaya başladı? Önce tınılarını yitirir gibi oldular. Ardından renklerini. Arada bir yerlerde dokularını kaybettiler. Kağıt üzerinde başka, zihnindeki boşlukta başka. Nasıl oluyor da bir sözcük izini kaybettirebiliyor aklında?" Bu durumu yaşamadan, insan zihnindeki bu nisyan durumunu tanımlama şekli, takdire şayan...
En etkileyici bulduğum hikâye" Nehir" idi. Orada bir kendini arayış vardı sanki. Belki de insanın iç dünyasına yaptığı bir yolculuk... Okurken soğuğu taa içimde hissettim diyebilirim. Bilge kişi, nehir, o dondurucu soğuk... Yazar bu imgeleri okuyucunun kendi zihin dünyasına bırakıyor...
Bir de öyle bir ifade edişler var ki; sanki insanların içini görüyor gibi... Nasıl böylesine gerçekçi ve bu denli derin bir empatiyi kurabilmiş yazarımız, insan merak ediyor...