ev kadını, sözcüğün tüm anlamlarıyla eve hapsedilmiştir. Gerçek dünya ile hiçbir ilişkisi yoktur ve her gün aynı işleri yapmak zorundadır. Kadına kapatılan dünya kararların alındığı dünyadır, ekonomi dünyasıdır, politika dünyasıdır, kısaca erkeklerin dünyasıdır. Kadın bu dünyaya paralel başka bir dünyada, bir tür gettoda yaşar. Kadının dünyasında yapılan işlerin üretken olmadığına karar verilmiştir. Üstelik, evine tıkılıp kalmış kadının didinerek yaptığı işler -çamaşır, yemek, ütü, ev temizliği gibi- bilim adına, Marx adına, Gayrı Safi Milli Hasıla'ya dahil olmamaktadır. Böylece bu gizli bir mesai, İsabel Larguia'nın da söylediği gibi, kadının "ikincil bir cinsel niteliğidir". Bu mesai, artı-değer yaratmaz. Ücretli olmadığı için piyasa değeri, dolayısıyla değişim değeri yoktur. Bu düşünce, göründüğü kadar kesin midir? Sanmıyorum. Gerçekten de Marx'a göre ücret, işçinin çalışma gücünün değil de, salt bu gücün yeniden üretilmesinin karşılığıdır. Tabii ki ev işlerinin çalışma gücünün yeniden üretilmesinde büyük payı vardır.
ataerkil rejimde heteroseksüellik her zaman erkeğin egemen, kadının da egemenlik altında olduğu temeline dayanmıştır. Bu bağıntı, kadının erkeğe ekonomik açıdan doğrudan doğruya bağlı olmasından kaynaklanıyor zaten. Ve bu da erkek karşısında kadının tüm koşullanmışlığını açıklıyor. Baştan çıkarma, narsistlik, güzellik salonları, psikanalistler vb... Kadın çok ender olarak cinselliğini, cinsel arzusunun, cinsel dürtülerinin sonucu olarak yaşar. Bu nedenle kendini yüzyıllardan beri sürüp gelen bir çarkın içinde bulur: Erkeği arayıp bulmak, onun hoşuna gitmek, onunla evlenmek, ona çocuk doğurmak gibi. Kadının cinselliği erkeğin cinselliğine ve tekeşli aile sistemine bağımlı kalır.
Çünkü birçok erkek için sevişmek, kendi lehlerine olan bir güç ilişkisinin içindeki gerçekleşmedir. Erkeklere göre güç ilişkisinde egemenlik ezmek anlamına gelir. Kadının gebe kalmaktan korkması, seviştiği zaman duyduğu engelleyici gerilim onu kendi kendine yabancılaştırır. Kadın etimolojik açıdan hemen hemen erkeğin nesnesi, erkeğin arzusunun eksiksiz bir nesnesi haline gelir. Aslında tüm bu kaygılarda biraz Orta Çağ'daki bekâret kemerlerinin son kalıntılarının ortadan kalkması korkusu var. Özgür ve gebelikten korunma yöntemleriyle korunan kadın kendine bir eş seçebilir; ve belki de eşini değiştirebilir! Tıpkı bir erkek gibi!
Bilimsel olan ve mantığa dayanan hukuk onlar için erkeklerin işiydi. Bir kadın avukat, olsa olsa duygulandırabilir ya da baştan çıkarabilirdi. Ama hiçbir şekilde "mantıkla" ikna edemezdi.
"Dünyamızda doğal özgürlük yoktur. Doğal yasa orman
yasasıdır. Doğal yasanın örgütlenmesi gerekir. Yoksa
ayrıcalıklı kişiler, başka insanların zararına, doğal yasaya el koyarlar"
Kadının kurtulmasının en önemli koşulu, topluma katılmasıdır. Bu koşul ise karı kocanın oluşturduğu ailenin iktisadi birim olarak ortadan kaldırılmasını gerekli kılar."