Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Hülya Yürekli

Hülya YürekliMimarlık: Bir Entelektüel Enerji Alanı yazarı
Yazar
0.0/10
0 Kişi
4
Okunma
1
Beğeni
1.569
Görüntülenme

Hülya Yürekli Sözleri ve Alıntıları

Hülya Yürekli sözleri ve alıntılarını, Hülya Yürekli kitap alıntılarını, Hülya Yürekli en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Mimarlık, bir entelektüel uğraştır. Entelektüel merak ve heyecan gerektirir. Entelektüel merak ve heyecanın kaynağı da " bağımsız", dolayısıyla "akılcı" düşüncedir.
Akıl kullanan -entelektüel- mimar için tarih bilgisi, düşüncelerini ve ürününü, geçmiştekilerle karşılaştırma, tanımlama ve değerlendirme şansı verir. Ancak, mimarlık tarih denince yalnızca binaların tarihinin düşünülmesi bunun için yeterli olamayacağından, mimarlık tarihi, binalar kadar, mimarlık yazılarının da tarihi olarak düşünülmelidir. (Tschumi, 1993)
Reklam
Taklit keşfedici ve yaratıcı bir süreçtir. Orijinal bir modelden yeni bir şey yaratmaya dayanır. Taklit orjinalin yeniden oluşturulmasıdır. Kopya ise var olanın reprodüksiyonudur. Taklit öze ve forma yöneliktir, kopya ise sadece görünüşle ilgilenir. Pastiche ise kısmi ve tam olmayan bir kopyadır. Taklitte doğanın soyut özü model olarak alınmaktadır. Doğanın düzeni , arkitipi ve ideali oluşturmaktadır. Yaratma, orijinal yaratının tekrarıdır. Taklidin özünde ve başlangıcında doğa bulunmaktadır. İnsanın doğayı anlaması, daha farklı boyutlarda taklit etmesine sebep olmaktadır.
İnsan ile ilkel hayvanın farkı, insanın repetitiv eylemlerinin farkına vararak sıkılması, ilkel hayvanların ise bunu yapamamasıdır. İnsanlar kısır döngülere kapılmaz, bunların anlamsızlığını çabucak kavrar ve kendini böyle sistemlerin dışına atar. İnsanın bu yeteneği -çizilen çerçevenin içinde kalmak veya dışına atlayabilmek yeteneği- yaptığı işin obje düzeyinden daha ileri bir farkındalık gerektirir, ki bu da kendi eyleminin farkında olmaktır. Bilinçli kafa yapısı, kendi üzerine yansıyabilen ve kendi performansını eleştirebilen kafa yapısıdır. (Hofstadter,1995)
Ancak ne kadar entelektüel çaba içinde olursa olsun mimarların herkesçe çok iyi binanın unsurları olan "fonksiyon, teknik ve biçim" üçlüsünde kalarak gerçek mimarlık yapma olanağı yine de yoktur. Çünkü mimarlığın asıl bileşeni "tam bulunduğu yer"dir. Mimarlık ürünü bulunduğu yerin karakterini -yani onu başka yerlerden ayıran
"Mimarlık" olmanın ön şartı, görünen problemlere beklenen çözümleri üretmek değil, entelektüel bir çaba ile mevcut mimarlık bilgisini geliştirecek saklı problemleri ortaya çıkarmaktır. Gerçek mimarlık bilgisi bir karanlık, bulanık, dinamik, sonsuz yığındır. Bizim dışımızdadır. Aydınlatılmayı netleştirilmeyi beklemektedir. Mimarinin hedefi mimarlık bilgisi yığınının keşfidir. Yığının keşfedilen bölümü bilinen -mevcut- mimarlık bilgisi olur. Bilinen mimarlık bilgisi aynen uygulanmak için değil, yeni "bilinen mimarlık bilgisi"ne ulaşmak için kullanılmalıdır. Burada Boulé'nin Newton Anıtı projesinin yalnızca "gününün teknolojisi ile üretilmeyen bir örnek" olduğu için, iki yüzyıl sonra bugün dahi okullardaki stüdyolara ders aracı olarak geldiğini hatırlatmak isteriz. Bu arada bazıları ise günün mimarlık bilgisini aynen kullanarak "bina"lar yapabilir, yapmalıdır da.
Reklam
Sokrat ders vermiyor, konuşuyor. Kendisine düşen şeyin insanların doğruyu "doğurmasına" yardımcı olmak olduğuna inanıyor. Çünkü gerçek kavrayış insanın içinden gelir, başkaları tarafından öğretilemez. İnsanın içinde kavradığı şeydir gerçek "bilgi". Mimarlık okulundaki tasarım stüdyosunda da artık ders verilmiyor, tasarım teorisinin, stüdyo yöneticisi ile öğrencisi arasındaki konuşma olduğuna inanılıyor. Gerçek bilgi insanın içinde olduğu için onun temeli olarak mantık, yani akıl asıl oluyor. Sokrat " bir kölenin de bir soylu kadar mantığı olabilir" diyor. Stüdyo yöneticisi de bugün, öğrencisinin de mantığı (aklı) olduğunu kabul ediyor. Böylece mimarlık eğitimi stüdyosunda çalışma monolog değil dialog oluyor.
Stanislaw Ulam'ın savunduğu 'meta-düzey', kendi düşünceleri üzerinde düşünmek, yine, kendi düşünceleri hakkındaki kendi düşünceleri üzerinde düşünmek, ve yine kendi düşünceleri hakkındaki kendi düşünceleri hakkındaki kendi düşünceleri üzerinde düşünmek...tir. Bizce 'akılcılık' budur. Bir insan, aklını kullandığı ölçüde daha meta-düzey'lerde kendini rahat hisseder. (Hofstadter,1995)
Mimarlık her yeni çalışmada yeni bir koşullar takımı ile karşı karşıya kalınılan , dolayısıyla, her seferinde işlev-biçim-teknik üçlüsü ile yeni, entelektüel bir hesaplaşmanın gündeme geldiği bir değişik alandır, yoksa bilinen denenmiş çözümlerin o yer için optimizasyonu değildir. Mimarlık yeri ve yaşantıyı geliştirme amacını taşır. Satranç gibi belli kurallarla değişmeyen bir tahtada oynanan bir oyun değildir ki, belli bilgilerle yapılabilsin. Mimarlık ideallerin yönlendirdiği görüşlere gereksinim duyar .Bu nedenle mimarlık eğitiminin amacı öğrencinin yaratıcı potansiyelinin farkına varmasını ve kullanmasını sağlamak olmalıdır. Ancak bu şekilde, karşılaşılan herhangi bir koşullar takımının sakladığı sorunları görmek ve bunlarla başa çıkacak yeni bilgi üretmek için, işlev-biçim-teknik üçlüsü ile yeni bir entelektüel hesaplaşmaya girmek yolu açılabilir. Doğaldır ki yaşanan her deneyim bu yöndeki yetkinliği arttıracaktır, ancak bunun mevcut bilgileri yüklemek ve kullandırmaktan çok farklı bir şey olduğu "deneyim yaşamanın" ömür boyu süreceği kabul edilmelidir.
Bütün bu yüzyıllık dönemin ve özellikle Cumhuriyet döneminin mimarlığının genel karakterinin belki pek çok başka sıfatın yanında, esas olarak "bilinçsizlik" olduğu söylenebilir. Bilinçsizlik, "çağdaşlık" ve " modernliği" aynı şey sanmamız sonucunu yaratmaktadır. Çağdaşlık, yalnızca çağda olup bitene karşı gelmemektir, pasif katılımdır. Yeniliği yani çağı oluşturan ve geleceği yaratan ise modernitedir.
Reklam
Alvin ve Heidi Toffler'e göre insanlar zamanı farklı şekillerde algılarlar, Batı toplumlarında zaman bir bulvar gibidir, bir yönü vardır. Bu yönü belirleyen, "değişim" ve "gelişim"dir. Doğu toplumlarında ise zaman bir döngüdür. bu döngü kavramı mükemmeliyeti, durağanlığı ve gelenekselliği ifade eder. Batılılar Doğu kültürünün zaman içinde mükemmelleşmiş kendi içine dönük kapalı kültüründen esinlenir, onu açık ve gelişebilir hale getirir, kullanır ve tüketirler. Doğu kültürü ise hiçbir şeyin farkında olmadan veya bunu aldırmadan o içe dönük yaşamına devam eder ve genellikle Batılıların kendilerinden aldıkları ve geliştirdikleri olgularla sömürürler ve boyun eğmek zorunda bırakılırlar; çünkü Batı her yönden daha üstündür. Osmanlılar ise Doğu ve Batı arasında uzun yıllar Batı'ya meydan okuyarak ve onlar gibi aciz olanları sömürmeden varlıklarını sürdürmüşler, Doğu ile Batı arasında bir tampon oluşturmuşlardır. Batılılar bu tampon yüzünden Atlas Okyanusu'nu aşmayı başarmışlardır. Amaçları yeni kıtalar bularak keşiflerde bulunmak değil, Doğu'yu sömürmeye devam edebilmekti. Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin özelliği, konumundan ve tarihinden gelen bir yapılanmayla kimsenin toprağında ve malında gözünün olmadan ve de sömürülmeden yaşamak, yani Batı gibi gelişme açık olmak, ama bunu başka uluslararası sömürmek için kullanmamaktır. Ve böyle bir yaklaşımın gereği, zamanın aslında hem bir döngüsü hem de bir yönü olduğunu bilmek ve bu döngünün kısır olmadığının bir aks üzerinde kayıp gittiğinin ve değişimlere açık olduğunun ayırdına varabilmektir.
2.500 yıl önceki filozoflar insanın hayret etme yeteneğinden yola çıkıyorlar, çünkü hayret etmenin insanın önemli özelliği olduğunu düşünüyorlar. İnsan onsuz olmuyor. Bu sayede insan "alışkanlıklar"ın dışına çıkabiliyor, dünyayı hazır, verildiği gibi kabul etmek yerine -oldubittileri umursamazca benimsemek yerine- gerçeği bulmaya ve anlamaya çalışıyor. Alışkanlıkların akıntısına kapılmanın insana yakışmadığı o zaman da söyleniyor. Bugün söylenen de benzer; her şeyin başı entelektüel merak ve onun getirdiği eleştirel bakış. Onun için bugünün mimarlık dünyasında da, sloganlara, izimlere, akımlara, geleneklere kapılmadan gerçeği aramak ön koşul oluyor. Çünkü 2500 yıl önce olduğu gibi bugün de, insanların ne düşündükleri -ve ne yaptıkları- değil, nasıl düşündükleri önemli. Bugün hayret ve merak edilecek şeylerin sayısının daha da arttığını görebilmek ve aklına daha da çok güvenmek gerekiyor.
... Bizim bugün geldiğimiz nokta tasarımın bir 'kara kutu' değil, bir 'kara delik' olduğudur. Yani sadece toplanan bilgilerin analizinin girdi olduğu tanımlı bir kara kutu değil, her an her çeşit bilginin girdiği ve girdiği şekliyle kalmayıp, tasarımı yapacak kişinin önceki deneyimleri, düşünme şekli, olaylara bakışı ile değişen, tartışmalar ve etkileşimlerle zenginleşen bir yapılanmadır. Dolayısıyla tasarım girdisinin kontrol edilemeyeceği ve çıktının yani tasarımın nasıl oluştuğunun belli olmadığı büyük bir enerjinin oluşabildiği bir kara deliktir. Bu anlamda düşündüğümüzde, mimari tasarım stüdyosunun bir kurmaca olduğu ve mümkün olduğu kadar evrene açık bir yapılanma sergilemesi gerektirdiğidir. Bu durumda öğretim üyesi de stüdyoda önde giden ve belli bir yolu gösteren konumda değil, daha ziyade arkadan takip ederek yeri geldiğinde uyarılarıyla öğrenciyi yönlendiren bir pozisyonda olmak durumundadır.
Tanımı ve sınırları belli olmayan işler yok olmaya mahkumdur. Burada bir şeyi tanımlamak demek onun hiç değişmeyeceği anlamına gelmez, sadece belli bir durumu tarif etmek, onu anlamak ve anlatabilmek için tanımlamak gereklidir. Bir şeyi tanımlayıp sınırlarını kavrayabilirsek, onun ötesine geçmek kolaylaşır, ve bu öteye geçişte bilinçsiz bir geçiş olmaz, geçişin farkındayızdır. Modernist dünya görüşünün hakim olduğu 20. yüzyılın başlarında bilgi ve beceri profesyonellerce yönetiliyordu, bugünkü dünyamızda ise bu bilgi ve beceriler herkesin kullanımına açıktır ,onları işe yarar hale getirmek her düşünen beyinin kapasitesine bağlıdır. Ortak beyin oluşumuna en fazla katkıda bulunanlar ise durumun en fazla farkında olanlardır. Bu durum yeni ve farklı bir sömürgeciliğin oluşmasına sebep olabilmektedir. Bilinçli ve farkında olanlar, bilinçsiz ve farkında olmayanları çok kolay idare edebilmektedir.
"Mimarlık Bilgisi"nin ne olduğu üzerinde düşünmek gerekmektedir. Mimarlık bilgisi artık yüzyıllarda uygulaya uygulaya geliştirilen ve onyıllarda yine uygulaya uygulaya öğrenilen bir "teknik ve estetik" bilgisi olmaktan çıkmıştır. Ne Taut ne de Neufert'in yeni bir mimarlık bilgisi kitabı yazmak isteyeceğini sanıyoruz. Çünkü mevcut mimarlık bilgisinin "aynen" uygulanması ile fonksiyonel ve strüktürel açılardan kusursuz, biçimsel açıdan da kabul edilebilir bir sonuca ulaşmak, mimarlık açısından değil, bina yapımı açısından başarı sayılmalıdır. Bu çabada hiyerarşilerin doğru seçilmesi ve mevcut bilgiyi daha iyi kullanabilme yeteneği, gerçek mimarlık için yeterli değildir. G.H.Hardy'nin "...hatta bir bakıma 'yararlı' matematiğin aslında derinliği olmadığını ve iyi matematikte olması gereken güzellikten yoksun olduğu" görüşünü mimarlık için yineleyebiliriz. Çünkü mevcut bilgiyi ancak bir entelektüel merak duyarak, entelektüel bir estetik içinde kullanarak yeni mimarlık bilgisi üretebilir ve ulaşılan sonuçla da bir entelektüel heyecan uyandırabilirsiniz. Bu nedenle içinde uyanamayan Schröder Evi bir mimarlık başyapıtı iken, içinde çok iyi uyunduğundan emin olduğumuz Swiss Otel sadece bir iyi binadır.
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.