Bakın azizim, bunu herkesin bilmesi lazım: İnsanların aslında dar bir çevresi vardır. O dar çevre genişletilemez. Kimsenin de genişletmemesi lazımdır. İnsanın ömrü de zamanı da, birbirine göstereceği ilginin süresi ve ölçeği de belirlidir.
Romalı şair Tibullus, "Issız yerlerde kendi kendine bir âlem ol," diye boşuna dememiştir. Kendi başınıza düşünmeniz, kurup kurgulamanız, bir şey yaratmanız lazım.
Ne var ki Lozan'da Yunanistan hiçbir kazanç elde edemedi. Maalesef bazı üniversite hocalarının bile kaynak gösterdiği amatör tarihçilerin işkembe-i kübradan uydurdukları gibi "On İki Adalar'ın teslimi, 2.5 milyon kilometrekare vatan toprağının 780 bin kilometrekareye düşüşü” gibi efsanelerin bu antlaşmayla ilgisi yoktur.
Demokraside eşitlik olmalı, ama maalesef bizim toplumumuzda “benden olan, benim adamım” gibi ifadeler daha öncelikli yer tutuyor. Politikacılar da bunu kendilerine göre yorumluyorlar. Yıllar geçiyor ama kuralsızlığı benimseme, kanunu zedeleme eğilimleri bir türlü bitmiyor. Bütün partilerde aynı şey oluyor.
İstanbul birçok milletin kaynaştığı bir şehirdi. Zabıta vakaları, sağlık sorunları ve kıtlık ortalığı kasıp kavurdu. İstanbul'da yaşayan Türklerin bu hazin dönemi başarı ile atlatmasını anlamak için Yakup Kadri'nin Sodom ve Gomore'si yetmez, Ercüment Ekrem'in Kan ve İman adlı romanında tasvir ettiği “Estekzade Mahallesi'ni de tanımak gerekir. Bu herhangi bir İstanbul mahallesinin mütareke dönemindeki feci manzarasıdır.
En iyi Türkçeyi bilirim. Şaka yapmıyorum. Dil öğrenelim, evet ama dilimizi de unutmayalım. Ben Türkçeyle yatıp kalkıyorum. Kendi dilimden şaşmam, ona özen gösteririm. Herkesin de bu özeni göstermesi lazım.
Yasama organının kanun metinleri üzerinde yargı denetimi gibi bir anane ve sistem henüz dünyanın birçok yerinde olduğu gibi burada da söz konusu değildi. İstisnaların başında ABD gelir. Uygun görülmeyen kanun yüksek mahkeme tarafından uygulanmaya değer görülmez, yani kadük olur.