Şu ya da bu olmamız için toplumun buna rıza göstermesi gerekir. Ama eğer toplum bizim eskiden olduğumuz şey olduğumuzu inkar ederse, o zaman hiç olmamışızdır.
Belirli durumlarda insan yabancı bir ülkede o denli ''evinde'' olabilir ki, sonunda insanların dillerine, yüz hatlarına, kıyafetlerine bakarak sosyal ve entelektüel konumlarını kestirme; bir binanın yaşını, işlevini, ekonomik değerini ilk bakışta anlama becerisini kazanır; yeni yurttaşların tarihsel ve folklorik kökleriyle bağlarını zorlamadan kurabilir. Ancak bu olumlu durumda bile, yeni ülkeye yetişkin bir insan olarak gelmiş olan sürgün açısından, göstergeleri çözmek kendiliğinden gelişen bir fiil değil, belirli bir düşünsel çaba gerektiren, entelektüel bir edim olacaktır. Yalnızca çok küçük yaşta alımladığımız, dış dünyayı sahiplenmeye başlamamızla birlikte anlamlandırmayı öğrendiğimiz uyarımlar, kişiliğimizin kurucu unsurları ve değişmezleri olur: İçine doğduğumuz çevreyi de, gramerini bilmeden öğrendiğimiz anadilimiz gibi öğreniriz. Anadilimiz ve yerlisi olduğumuz dünya bizimle birlikte büyür, içimizde kök salar ve bu sayede bizde güven duygusu doğuran bir aşinalık kazanır.