Hücrelerinin küflü duvarlarına baka baka en sonunda sevdiği imgeler görmeye başlayan tutsak gibi, Plinius da gökte Ayı’yı, Boğa’yı, Perseus’u, Kuzey Tacı’nı ve Benedike’nin Saçı’nı görür;
Kendisine ışıkla ilgili tüm olumlu imgelerin yüklenmesine neden olacak parlaklığına ve her türlü olasılığa açık tana eşlik etmesine karşın, Venüs her zaman yararlı bir gök cismi olarak görülmemiştir. Eski Meksikalılar ondan korkar, sabahın erken saatlerinde kapılarını pencerelerini kapayıp hastalık yaydığına inandıkları ışınlarından sakınmaya çalışırlar. Mayalar da onun Güneş’in ağabeyi olduğunu düşünürler ve kocaman yüzü kaba bir sakalla kaplı irikıyım bir adam olarak hayal ederler.
Babil’de, Ay’ın değişkenliğine dikkat edilmelidir. Çünkü büyüyen, küçülen, yok olup yeniden doğan Ay evrimin ve gelip geçiciliğin simgesidir. Her yeniay gökcisminin uykusu olarak değerlendirilirken, tutulmalardan kesin ölüm tehlikesi taşıdıkları için başka türlü korkulur. Uğursuzlukların önüne geçmek için, tutulmaların gerçekleştiği aylara göre, kimi zaman kralı çam terebentinle yıkayıp bedenini mür yağıyla kaplamak, kimi zaman da onu bir kapının arkasına yatırıp yağmur suyuyla ıslatmak, sonra da kralı yaşlı bir kadını öpmek üzere bir şölen giysisiyle giydirmek gerekir.
İran metni Yaşt’ta, Ay’ın ısısıyla büyür bitkiler, denir. Brezilya’daki bazı kabileler için, Ay otların anasıdır. Eski Çin’de, Ay’ın üstünde otların bittiğine inanılır. Birçok bölgede, köylüler bugün bile yeniayda ekim yaparlar, böylece ekinin Ay diskiyle uyum içinde büyümesini güvence altına alırlar; buna karşılık, ağaçları budama ve sebze toplama işini Ay küçülürken yapmayı yeğlerler, bunu yaparken kuşkusuz Ay büyürken canlı bir organizmayı koparıp kozmik ritmi bozmaktan çekinirler.