düşmanıydı o ev. sesi vardı, sürekli konuşurdu onunla, bir papağan gibi aynı şeyleri tekrar edip dururdu. ön balkona basıp döşemeyi ne zaman gıcırdatsa şöyle derdi ev küstahlıkla: bana sahip değilsin, svevo bandini, hiçbir zaman da olamayacaksın.
Yehova nasıldı bu akşam? Kuantum teorisi hakkında ne düşünüyor?” dedim.
Mutfağa gidip annemle kilise hakkında konuşmaya başladı. Çiçekler hakkında tartıştılar, mihraba kırmızı gül mü daha çok yakışıyordu, beyaz gül mü?
“Yehova’yı bir daha gördüğünde ona birkaç şey sormak istediğimi iletir misin lütfen?”
Konuşmaya devam ettiler.
“Ah, Efendimiz Yüce Yehova, mutaassıp ve yobaz Mona’nı ayaklarının dibinden eksik etme ki ağzından bir geri zekalı gibi salya akıtarak zırvalamaya devam edebilsin. Ah, sevgili İsa, kutsaldır O. Sevgili fırıldak İsa, O kutsal.”
“Arturo, kes artık,” dedi annem. “Kız kardeşin yorgun.”
“Ey Kutsal Ruh, ey şişirilmiş üçlü ego, şu işsizliğe bir çare bul artık. Roosevelt’i seç. Altın ölçeğinde tut bizi. Fransa’nın canı cehenneme, ama bizi kurtar!”
“Arturo, kes artık.”
“Ey Yehova, sonsuz değişebilirliğinle şu Bandini ailesine birkaç kuruş yardımda bulanamaz mısın?”
“Kendinden utanmalısın, Arturo. Yazıklar olsun,” dedi annem.
Divandan kalkıp bağırmaya başladım: “Tanrı hipotezini reddediyorum! Sahte Hıristiyanlığın kokuşmuşluğuna tükürüyorum! Din halkın afyonudur! Olduğumuz ya da olmayı umacağımız her şeyi şeytana ve onun kaçak elmalarına borçluyuz!”