Faciayı düşününüz: Bugünkü nesiller için Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Halide Edib, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, hatta Saik Faik'in eserlerini anlaşılmaz hale gelmiştir. Bir milletin kütüphanesi ancak böyle yıkılabilir.
İnsan bir kere hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. Zihninde uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbine doğan hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acı ile bir feryat koparır, Yahut pek karanlık bir şey söyler, yahut hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar şiirdir.
Kültürlü bir insanın fikir ve his dünyası, konuşmalarından kat kat geniştir. Konuşma bir insan hakkında pek az bilgi verir. Kültürlü bir insanı tanımak için okuduğu, bilhassa tekrar tekrar okuduğu kitapları bilmek lazımdır. Nice insanlar vardır ki, sükutlarının arkasında uçsuz bucaksız bir fikir deryası dalganalır.
Yalnız büyücüler, dindarlar, hatipler ve şairler, ilk çağlardan bugüne kadar, dilin manasından başka, belki manasından fazla, sesine de dikkat etmişler, onu işlemişler, ondan tesirler elde etmeye çalışmışlardır.
"Düşünmek" kelimesi, "düşmek" kelimesinden türemiş ise bu durum daha kolay anlaşılır. O zaman düşünmek kendi içine, kendisine düşmek gibi tesfir edilebilir ki, gerçek de az çok buna uyar.
Dil, edebiyat veya kültür, inançları kalabalıklara yayarak onları yakıp yıkan bir fırtına haline getirebilir veya onlara karanlık gecelerinde yol gösteren bir ışık olur.
Türkçe Batı dilleri gibi, kendinden önce var olan başka bir dilden türememiştir, dünyanın en eski dillerinden birisidir. Türkçenin yapısı, tarihin en eski çağlarında teşekkül etmiştir. Bundan dolayı, bu çağların sosyal düzen, din ve inanç sistemlerinin ona şekil vermesi veya bunların hepsinin birbirine bağlı olarak birden oluşması akla yatkındır.