Kütüphanesini kaybetmek öyle ağır bir darbeydi ki henüz acı çekmeye başlamamıştı. Hâlâ şaşkın ve sersemlemiş hâldeydi, ama tek çaresinin zihinini o trajediden olabildiğince uzak tutmak ve kendini günlük rutine kaptırmak olduğunu seziyordu.
Bu zamana kadar okuduğum en garip seriydi. Çok fazla imgesel gönderme vardı.
En çok ikinci kitabı sevdim diyebilirim. Son kitapta gotik havası neredeyse hiç kalmadı.
Gormenghast hayali bir yer ve ideal miydi, ya da bizim bir yere olan aidiyetlik hislerimiz mi? Yazarın bize bıraktığı asıl gizem de bu diye düşünüyorum. Fantastik desem değil gerçek desem değil. Hakikaten farklıydı. Fantastik şeyler yazılmadan da fantastik anlatım yapılabilir tezini, sanırım Peake bu serisi ile kanıtlamış.
Herhangi bir şey olmaya inanmıyorum. İnsanlar bir şeyler olmaya çalışmaktan vazgeçse ne iyi olurdu! Sonuçta zaten oldukları şeylerin ötesinde ne olabilirler ki...
Hangi çağda ve mekanda olduğunu bilemedigimiz "Gormenghast" şatosu ve onun sakinleri.
Kendimce modern gotik olarak adlandırdığım bu seride, en sevdiğim şey kesinlikle dilindeki muziplikti. Alice Harikalar Diyarındaki Kırmızı Kraliçeyi hepimiz biliriz. Onun sarayını aratmayacak bir mekan ve çeşitli figürlerini düşünelim. Pek tabi bu masalda nereden çıktığını bir türlü bilemediğimiz, yer yer sempatik tavırlarıyla sevip, dengesiz tavırlarıyla boğmak istediğimiz bir anti-kahraman olan Steerpike ile karşılaşırız.
Kitap kesinlikle fantastik bir tür değil bunun altını çizmek istiyorum. Gotik tarza merakı olan okurlara önerebilirim. Hele de saray entrikaları sevenlere. Bana hitap eden en büyük yanı ise; yazarın kendince olan diyalektik göndermeleri ve dili diyebilirim.
Bütün karakterlerin gelgitlerini görmek, gizem havasını hissetmek cidden hoştu. Ve yazarın dili nesir tadında. Gerçek olayları fantastik bir şey anlatır gibi betimlemesi de iyiydi. Fakat bayılarak okudum diyemiyorum.
Titus GroanMervyn Peake · İthaki Yayınları · 201131 okunma