Ölümle üreme; yani sonu olan ile sonsuz arasındaki bağı bilinçaltı bir dürtüyle sezmek doğamızda var herhalde ve bize birincisini hatırlatan şey, ikincisinin peşine düşmemize yol açıyor.
Edebiyatın tedavi edici, sağaltıcı bir işlevi olduğu varsayımına dayanan bir grup bilim insanı, roman okumanın insan beynini geliştiren bir etmen olduğunu
.
Birbirlerini kollamak ve birbirlerini takip etmek isterken, iletişimde kalmak onlara zarar verdi, yaşanmamış bir hayatın rahatsız edici bir hatırlatıcısı olarak hizmet etti ve ayrıca birbirleri için daha az endişelendiler.
Diğerinin mutlu olmasına ihtiyaç duyacağından endişelendi ve sonunda bir ay hiçbir temas olmadan geçti, sonra bir yıl ve sonra bir ömür.
.
✍️
Kitabın ana karakteri Cengiz Princeton'dan en iyiler arasında mezun olmuş bir Pakistanlıdır.Mezuniyet sonrası iyi de bir iş bulur.2001 yılında ikiz kulelerin yıkılışıyla birlikte kafasındaki Amerikan rüyası da yok olur.Bir tür aydınlanma yaşar aslında.
Kitap şu ünlü ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap listesine de girmiş.
Ben karakterlerin iyi işlenmediğini düşündüm.
Amerika rüyasının gerçekleşmesinden sonra gelen aşkın ve çelişkili düşüncelerin yarattığı bunalım sonunda yurt edindiği çekici, cezbedici Amerika'yı terk edip ülkesine dönen Cengiz'in hikayesi anlatılıyor bu güzel kitapta. Kendini okutan bir kitap Elif Şafak'ında dediği gibi oturup tartışılması, eleştirilmesi gereken bir yapıt. Okuyunuz. İyi akşamlar.
Aslında tamamen aidiyet hikayesi bu, otobiyografik bölümlerden oluşan. Tüm insanların yaşadığı ve bundan ayrı olarak ait olmak istediği bir toplumsal tabaka var. Bu tabakalar arasında bulunan uçurum arttıkça hangi tarafta olursak olalım ödünler vermeye başlarız. Cengiz’in hikayesi de burada başlıyor işte. New Yorklu olmaya çalışan bir Pakistanlı. Nelerden vazgeçebilir,? ailesinden, topraklarından ya da kültüründen kopması düşündüğü kadar kolay mıdır? Hizmet ettiğin ve karşılığında rüya gibi bir hayatın karşılığında ruhunu satmak insanın canını ne kadar yakar? Cengiz bütün bu sıkıntıları yaşar ve sonunda kitabın başında anlatılan uyumlu, modern, saygılı bir binbir gece masalları prensi portresi çizilen karakterden köktendinci ve köle gibi çalıştığı(yeniçeri örneği burası için yapılır) Amerika’nın karşısında elinden geldiğince aktivist olarak bulunmaya başlar. Roman olarak okumadan bir sosyolojik ve antropolojik eser olarak incelemek lazım kitabı. Bunun için kitabın dilini karakter açıklamalarını çok kafaya takmadan, sadece zıt kutuplar arasında gidip gelen bir ruhun can çekişmesi olarak incelemek lazım. Kesinlikle okunması gereken bir kitap. Tek bir satır atlamadan ve dikkatimin bir an bile dağıtmadan sınama kadar beni götüren ender kitaplardan. İyi okumalar